SAF BİLGİNİN BUZUNDA DONMAK(İşçinin Günlüğü) -reddedişi hissediyor musun; yani direnişin közünde yanmak? -hayır, hissetmiyorum, bıraktım hissetmeyi -ne zaman bıraktın? -geçen yüzyıl, yine bu vakitlerdi, her yerde unutma labirenti kurmuşlardı -o unutma labirentlerine sen de mi girmiştin? -evet, ben de girdim, çünkü unutmazsa yaşayamaz insan -öyleyse onlar gibisin; hislerini teslim etmiş… öyleyse insansız şehirlerde yaşa sen! ben unutmuyorum, işçiyim, unutmama işçisi, unutmuyorum unutmamayı soğutucuda saklamıyorum bozulmasın diye o üstüme giydiğim tulumdur unutmuyorum, bak unutma günlüğüm bomboş ekmeğin, kelimenin ve bıçak sırtında yolculuğun işçisiyim düş karşılığında anlam yüklüyorum gerçekliğin konvoyuna masumiyetin dansıdır bu; yani saf bilginin buzunda donmak! bu içimizde koşturan su hüznü göze alanların içeceği onu çıplak gözle göremiyorsun, biliyorum nefis bir sessizlikle kapatmıştım üstünü hem sen geçen yüzyılda bırakmıştın görmeyi sana kızmıyorum, bu kuşatılmış halkların hastalığıdır ciddiye alma çığlık işçisiyim sadece ben bağırmaktan çatladı ses tellerim, ciddiye alma bir çığlık en fazla nedir ki uyanılmamış rüyadan başka hem geçen yüzyıldan kalma bir alışkanlıktır ses tellerinden zindan yapıp içeri atmak bağıranları bak burada ne var: yabancılık okyanusu; milli oyuncağımız! hemen şurada ışıldayan yüzüyle mutlak kötülük tam karşımızda da unutmayı öğretenlerin geçit töreni sana gülücük atıyorlar yanından geçerken bana “alın götürün şunu, susturun bir yerde” bakışı fırtına işçisiyim ben; masamın üstünde Deniz, kum ve rüzgar çekicin döktüğü kırıntıyım, kırıntı ki taşların tozunda sınanmak! -büyük geleceği de mi hissetmiyorsun, onun ayak seslerini? -hayır, büyük geleceğin önünde hediye duvarlarım ve labirentlerim var benim. -ama taşların tozunda sınanmış bir işçinin bilekleri duvar ve labirent yıkıcıdır. -bileklerindeki bilgiyi göster, belki öğrenirim o saf bilginin buzunda donmayı. |
anlamayana ödev niteliğinde...
eyvallah...