İRONİ SANATLARIYLA DOLUYDU ŞAİRİN YÜZÜşöyle bir söz geçiyordu henüz yazmadığı şiirde: “sensiz saadet neymiş çaldı gece boyunca dramafonda” sonra sabah olmuştu o şiirde huzursuz uyanmıştı şair asıl sahibinin gelip alması için masaya bıraktı “dramafon” sözcüğünü hava güneşsiz, gökyüzü kâğıttan kuşlarla dolu ıslanmıştı kartondan yaptığı göğe bakma durağı anlamıştı gökyüzü kimsenin hiçbir şeyi değildi kağıdın değil suyun hafızasına güvenir şair çöktü olduğu yere bir ülkenin düşüşü gibi dizeleri çamura bulanmıştı “üzülme bütün bunlar renk yorgunluğundan” diye fısıldadı kulağına Buz Çölü adlı romandan gelen kadın bu şiire az önce girmişti kendi isteğiyle ayağa kalkıyor yeniden şair diktatörün orduları geçiyordu caddeden protokol, ön sıralar, ayrılan koltuklar hileli gelenlere aittir her zaman diktatörün değil çiçeklerin açılış törenine katılmak için yürüyor çiçeklerin nakarat olarak kullanıldığı bahçeye doğru yolun hafızasına güvenir şair kendine doğru kazdığı tünelden toprak boşaltıyor toprak, firar, isyan aynı cümlede buluşunca “devrimmmmm!” diye bağırmıyor artık ezilenler onların gözleri bükülüşün çarşısı kendinedir şairin bütün kaçışları bulutlar da onunla yürüyordur bulutlar boşluğun ellerinden tutup topluma fırlatır, şairin öfkesidir bu boşluğun hafızasına güvenir şair görür bütün barbarlık yarışlarını ve her büyülü yolculuğa çıktığında karanlık ve ıssız bir yerde indirilen ülkenin gözyaşlarını bundandır şairin boynundaki kanayış “hayal gücünün iktidarını düşlemiştik hüznün iktidarı düştü payımıza” dedi Buz Çölü adlı romandan gelen kadın bir öpücük ölüsü bırakarak veda etti güle güle dedim ona, güle güle uzaklığa doğru yürüdü elinde "dramafon" sözcüğüyle onu almaya gelmişti o sözcüğün içindeki dansı iki kez üst üste yüksek sesle üzüldüm bir kuşun dal değiştirirken düşürdüğü tüye tutundum ve üşüdüm henüz yazılmamış bu şiirin içinde ironi sanatlarının yüzüme sıçramasıydı bütün bunlar |