Uykusuzdeliksiz uykular kurtarmaz beni bin yılın uykusuzuyum düşlerimi çaldın ninnilerimi vurdun tüm zamanların öksüzüyüm ne zaman beyaz bayrak açıp teslim olmak istesem uykunun sisli kollarına tekmil esmerliğinle sen geçiyorsun aklımın kılcallarından tuz dökülmüş yara gibi sızlıyor içim ne zaman uykunun dizine koysam başımı karabasan gibi üstüme çöküyor yokluğun sen mışıl mışıl uyurken yatağında ben yedi uyuyanlar divanına nöbetçi dikiliyorum yoruldum artık yılkı atlar gibi senin kollarına koşmak varken ısırgan yataklarda geceyle sevişmekten rüzgarda açık kalmış pencereler gibi hep kendime çarpıp Soraya’yı taşlar gibi hep kendimi taşlamaktan y o r u l d u m… gücüm kalmadı sensizliğe her gece yokluğunla kanlı bıçaklı olup taze açılmış bir yara gibi kanamaya cennetini hayal ederken cehenneminden bile sürümeye gücüm kalmadı bırak beni bırak ve git bari bu gece ürkütme içimin kuşlarını kanlı bir kaftan gibi üstüme giydirip yokluğunu bari bu gece uykumun kanına girme hadi üfle kandiline gecenin bir şeyler ört üstüme kefen gibi gölgen gibi uyuyacağım sevgilim uyuyacağım sev uyu sev uyu u… … |
Sevilenin gölgesini örtüp üstüne uyumak
Ama kefen gibi derken de oradaki ince ayrıntı dile geliyor.
İster istemez şu soru da akla geliyor finalde:
Normal bir uyku mu, ebedi mi
Baştan sona güzel bir şiirdi.
Hüzüne açılsa da bütün dizelerin pencereleri.
Duyguyu okura yansıtma konusunda mahir bir kalem.
Tebrik ediyorum