Ankaölü denizin vasiyeti Likya sularının son isteği miydik biz yoksa… bu kösnül günaha uydurduğum bir bahane miydi deniz köpüklü dalgalar okşarken esmerliğini tuzlu su damlacıkları teninin vadilerinde kristalleşir yasak bir meyveye dönüşürdü iki dirhem bir çekirdek güzelliğin b’ela gözlerin cümle yasağın kapısı aralar içine güneş damlatırdı şehvetin sana giden bütün trafik ışıkları kırmızı iken ve hiçbir saat bize kurulu değilken o r a d a… Telmessos’damı başladı sana bu gönüllü tutsaklığım bütün saatleri aşka kurup orada mı seni böyle umarsızca sevdim cennetten kovulmak pahasına orada mı aşık oldum sana ya da sen tılsımlı bir şelale gibi orada mı döküldün içimin kuraklığına aşkı nadasa bıraktığım göğsümde anadan üryan çiçek açtırıp orada mı bir çocuk bahçesine döndürdün içimi işinin ehli bir ressam gibi orada mı sen rengine boyadın içimin tuvalini şimdi sana bir adım yakın bir ömür kadar uzakta adını dudaklarıma sus’la mühürleyip tedavülden kalkmış bir rüzgar gibi sustuğuma sakın aldanma ben o gün bu gündür el bebek gül bebek seni büyütüyorum içimde içimin dehlizlerine senin adını fısıldıyor yer altı nehirleri gibi hep sana akıyorum gizli gizli… senin ruhun duymasa bile ben her gece sana ölüp her sabah sana diriliyorum külünden doğan Anka gibi… |