Deruni
bir Kerbela divanıydı
bir mahşer… kavimler göçü gibi göçtüm yaşamın bereketli tarlalarından dört nala üstüme gelirken dört duvar hüznü şah damarıma gizleyip bilseniz, ah bir bilseniz kaç Allahsız geceyi sabaha kavuşturdum gün oldu, cennet kapılarından kovuldum gün oldu kürek kürek ölü toprağı atıldı üstüme gün oldu aldım başımı gittim sır içinde sır gölge içinde gölge oldum en sonunda fırlatıp attım üstüme çökmüş yanılgı yorganını sildim mahmur gözlerimdeki uyku izlerini yedi uyuyanlar gibi uyandım kan uykulardan teslim olmayı hiç düşünmemiş mağrur bir komutandım yeni görüyorum bütün kalelerimde beyaz bayrak sallandığını yalın yürek savaşırken savaşmaya değecek, hiçbir şeyim kalmadığının yeni farkına varıyorum meğer bir kaşık suda patlamış benim fırtınalarım yaşamak denilen bu provasız oyunda düştüğüm onca dipsiz uçurumun meğer ben kazmışım çoğunu aşkın puslu denizlerinde birileri gemilerimi batırırken meğer ben yakmışım çoğu limanımı anladım ki… birilerinin bizi ittiği karanlık bir suymuş aşk herkesin acısını içinde yaşadığı dikiş tutmaz bir yara iskandillerin bile ölçemediği deruni bir sızıymış ne kadar silerseniz silin silinmezmiş bazı kadınlara yazılan şiirler ya bir bakış, ya bir gülüş kalırmış kesip atılmazmış da yarasını, kendi yaranız saymışsanız öpseler de geçmezmiş acısı acısını bile sevmişseniz |