Saklı Cennet“Çölün haritası olmaz… Okyanusa kavuşmak için su alın yanınıza, sadece su…” … çöldü… Allah’a yakın, suya uzak bir çöl şarabın ve şehvetin kösnül vahası çöldü işte… zil ve tülün dansı hangi zaman diliminden ışınlanmıştık kum ve güneşin kadim diyarına hangi efsunlu tesadüftü bizi o sarı, sıcak sonsuzlukta buluşturan misvak ağaçlarının baş döndüren kokusu tek hörgüçlü develerin boynunda arabesk bir ritimde şıngırdayan o çan sesleri hangi arkaik çağın masalıydı tozlu bir yorgunluğa teslim olunca o mistik kervan bedevi çadırlarında oynak şarkılar susup yıldızlar gökyüzüne anadan üryan uzanınca tül ve zilin uykusu gelince çölün ruhu duymadan gecenin pelerinine bürünür hal hal şıkırtısı ve kına kokusu ile gelirdin gelirdin ve esmer bir güneş gibi doğardın kıl çadırıma atlas libasın iç gıcıklayan hışırtısı inmeden topuklarına kum saatini ters çevirir ince parmaklarınla söndürürdün kandillerin alevini Şattülarap’da Fırat’a sarılan Dicle gibi sarılır Muson olur, yağardın dudaklarımın çoraklığına o sürme gözlü gecenin zulasında safran çiçeği kokan tütsülü kokular içinde gömü bulmuş acemi hırsızlar gibi döke saça içerdik aşkı ay ışığı kıskanırdı fısıltımızı ve Allah… affederdi bütün günahlarımızı gün ışırken giderdin kıldan ince kılıçtan keskin bir hasret serip aramıza giderdin acının kundağına kafesin kapısı açık olsa da kaçmayan kuşlar gibi beklerdim seni yediveren bir umudun yamacında karalar giyer yas tutar gibi beklerdim Kaf dağına gitmek kadar uzak Anka kuşunu tutabilmek kadar imkansız olsan da bana seni bana getirsinler diye adaklar adardım Sfenkslere İncil’e, Zebur’a, Tevrat’a ve Kuran’a and olsun bir gıdım aşk için el açmazdım ne yağmura, ne nehre kırk tas suda kırklandım da bitmezdi sana günahkarlığım saklı cennetim gönüllü yandığım cehennemimdin bir adım uzaklaşsam, bir ömür yaklaşırdım sana b/ela gözlerinden gidemediğimdin. |