Yakalar mıyız biz kuşu kanadından
Bir şeyler ömür hanım, bir şeyler…
ruhumu tırmalıyor değişip duran bir şeyler. Sana da oluyor mu zaman zaman. Göğsümün üstünde kanatlarının taşıyamadığı evsiz kuşlar uçuşuyor günlerdir. Bir güvercin, durmadan taşıyor bedenimi senden uzaklara. Daha kaç kez yaşarız ki seninle uzun bir kışı? Yaşar mıyız dersin? Güvenmek öyle kolay olmadı ömür hanım. Gelgitlerde sürüklendi sana olan duygularım. Sonbaharın azizliği mi dersin bu ayrılığımız? Kim bilir! Belki de zamanından önce göç eden kuşların… Martıları düşünüyorum da ömür hanım; Göğün göğsünde yuva kuran martıları, Hangimiz daha sadığız onların denize olduğundan fazla? Gözlerim uzaklara dalıyor sık sık. Yaşanmış günlerin hatırına, geçip giden insanların seyrimi bozmasına ses etmiyorum. Arabalar geçiyor gözlerimin dalıp gittiği yerlerden. Martılar değil, arabalar… Bir uçsuz, bir bucaksız uzaklıktayım şimdi; gözlerimin asfaltı kucakladığı. Kayboluyorum. Büyük şehirler yutuyor sana olan yakınlığımı, kilo metreler… Kaldırımlar martıları betona çalıp çalıp duruyor. Gözlerim bir karanlık, bir derin boşlukta. Bir kuş gibi çırpınıyorum ellerinde. Bir kuş, kendini duvarlara çarpan. Hiç bir eksiğim tamamlanmadı ömür hanım. Veryansın sitemlerimle haşır neşirdim ki Hayat seni sundu armağan diye bana. Şimdi düşünüyorum da, Gülüşünün hapsinde solsaydı keşke bakışlarım. Kadıköy’le, Üsküdar kadar olsaydı sana olan uzaklığım. Sevinçlerim bile ırak artık. Uzaklar halden anlamaz ömür hanım. Halden anlar mı hal bilmeyen? Görüyor musun ömür hanım, seneler nasıl sergiledi marifetini. Gözünün yaşına bakmadan hatırı sayılır günlerin, seneler nasıl geçti. Tanıdığım her şey uzak şimdi. Eski tanıdıklarla kucaklaşan yüreğim, özlemine gebe. Geçip gidiyor insan insanın hayatından. Geçer miyim dersin birgün hayatından? Sanmam! Biz aşkı bir kaç gülüşe sığdıracak insanlar değiliz ömür hanım. Güzellik adına, dürüstlük adına can verecek olanlarız. Kirpiklerimizde taşırız dostumuzun hüznünü. Kimseler sormaz ömür hanım, kimseler dönüp bakmaz gözümüzün yaşına. Biz gözümüze yaş etmediğimize gönlümüzü açmayız. Gönlümüzde büyütmediğimize de can demeyiz. Öyle değil mi ömür hanım? Şimdi güneş batarken Avrupa’nın sisli göğünden, üzerime düşen gölgelerin altında üşümek düşer bana. Çocukluğumun salıncakları takılıyor aklıma. Gelgitlerim ta o zamanlar başlamış aslında. Sensizliğim ta o zamanlardan… Yuvarlanıp giderken kırık cam bilyelerim sokağımın kirli asfaltından, ayağımdaki kırk üç numara pabuçlarımdan sebep bildiğim kalakalışlarım, meğer sana yetişmek içinmiş. Çok geç anladım. Bilemezdim ömür hanım, bilemezdim! Sen bilebilir miydin bana doğru aktığını hayatının? Bilemezdin! Dünya küçük ömür hanım. Zaman hızlı. Yakalar mıyız biz de bir kuşu kanadından? Yakalarız belki bir kuşu kanadından. Hüzünlenmek gibi alışkanlıklar edindim yakın zamanda. Hüznümün üstüne adını yorgan yapmak gibi… Çisil çisil yağan bir yağmurda, efil efil esen bir rüzgarda… Hüzne bahaneler bulmak bizim işimiz ömür hanım. Bir devi yatağından uyandırmak, yeni silahlar icat etmek bizim işimiz. İnsanlık adına tüm korkuları icat ettiğimiz gibi sevgiye de yüklenseydik eğer, dünya ne yaşanır bir yer olacaktı halbuki. Haksız mıyım ömür hanım? *** (Ömür hanımla güz konuşmalarından esinlenilmiştir.) |