Beni azat et anne
Merhaba anne!
Talihsizdi hayatın, biraz da şanstı sanırım bir türlü hayatına alamadığın. Çocukluğumun kapısını tıklatıyorum bazen fırsat buldukça. Seni hep eşikte, aynı minderin üzerinde gözleri ıslak buluyorum nedense. Yıllar oldu yazmayalı sana. Yıllar oldu… Merakımdan soruyorum; gözlerindeki yaşlar durdu mu? yüreğindeki yaralar iyileşti, üzerimden kurduğun hayaller artık son buldu mu? Saçındaki kına kurudu, akların al al oldu, fikrine aradığın o anlamsız huzur benden sonra gelip göğüs kafesine oturdu mu? Merhaba anne, merhaba! ... Bu günlerde kırkımın basamaklarında adımlarken fark ettim ki; ben hala büyüyorum anne. Anılarımda bir sancı, yüreğimde koca, kara bir delikle hala büyüyorum. O kara delik bendim belki, bilmiyorum. Sana sorduğum bütün soruların cevaplarını kendimden aldım sonraları. İnsan ne zaman büyür demiştim, hatırlar mısın? Anlayacak kadar büyüyünce fark ettim; büyümek bitmiyormuş anne. Birazcıkta olsa sevilmek için, büyümek yetmiyormuş. ... Anne! Göğüs kafesimde uzunca bir zaman sevgisizliği ağırladım. Üstelik yorgunluğuma aldırış bile etmeden bir zaman kambur gibi sırtımda taşıdım onu. Sokağa çıktığımda tüm gözlerin üzerimde olduğu utancıyla ezildim. Kendime aldığın bir kıyafette, yaptığım tüm kilometrelerde, çocukluğumda mültecisi olduğum o duygunun kokusunu aldım uzunca bir zaman. Her gün biraz daha uzaklaştım o küçük kız çocuğundan. Bu yüzden yaşadığım her güzel şeyde bir kez daha kucakladım görünmezliğimi. Tüm bunları sence neden yaptım anne? ... Senden öğrenememiştim ama çok duymuştum; Hayat gerçekten adil değildi. Sahi anne, neden tüm bunları bana sen anlatmamıştın? Yoksa, hayatın adaletinden sende mi nasibini almamıştın? Bilemiyorum. Belki de bana kıyamamıştın. Korkar, ürkerim sanmıştın belki. Fakat öyle olsa, canımı yakanların, canına okurdun zannımca. Oysa hayır! canına okunan hep ben olmuştum karış kadar boyumla. Onun yerine, bana susmayı, korkmayı ve gücüm yettiğince utanmayı öğretmiştin. Aksi taktirde taş taş üstünde kalmaz, sonraları içimde konuk ettiğim huzursuzluk asıl ev sahibim olmazdı, değil mi? Yapabildiğin en güzel şey ağzıma kilit vurmaktı. Sırf bu yüzden aç yüreğimi hep ‘sus’larla doyurdun değil mi anne? Tek maksadın huzurdu çünkü. Ama allah var, ne de güzel sustururdun. Öyle güzel sustururdun ki, kırkıma kadar bıçak açamadı ağzımı. Yıllarca susarak söyledim tüm “HAYIR”larımı. ... Canım annem! Bir zamanlar huzurun için susturduğun çığlıklarım, sonraları karabasan olup hayatıma çöreklenerek canıma okudu. İçimdeki ergin kadının boynu büküktü yıllarca. Korkak, başarısız, savunmasız ve cesaretsizdi. Hayata dair tüm arzularım çocukluğumun saklambacında bulunmayı bekliyordu hala. Kendimi mütemadiyen olur olmaz hayallerde savrulurken buluyordum. Bedenim, ölü bir kız çocuğun cansız bedenine siper misali taştan, demirdendi. Şuursuz duygulara ev sahipliği ettim öksüz/yetimliğime aldırış etmeden. Sahi, aklıma gelmişken; Masum kız çocukları ölünce de sağ oluyor muydu vatan? Eğer öyleyse; binlerce kez sağ olmuştur vatan! ... Anne! Sonraları her şeyi unutmaya meyillendi hafızam. Unutmak istediklerim çivi olup çakıldı, Hafızamda kalsın istediğimse gözümden akan yaşlarla buhar olup uçtu. Sen de böyle mi başlamıştın yoksa unutmaya? Peki söylesene, bir insanın yaşadıkları mı yoksa yaşamadıkları mı, Unuttukları mı yoksa ne yaparsa yapsın unutamadıkları mı miras kalıyor atasından? Hangisi daha kötü sence ya da daha iyi… Sen söylemek ister misin anne? Bilmiyorum, bilmiyorum da… ben artık senden azat olmak istiyorum. Sence çok şey mi istiyorum? Değilse ve ana yüreğin elverirse; anne, beni azat etsene. |