UFALANIYORUM TANRIM
Sadece gökyüzü görünüyor durduğum yerden.
Bir kaç ağacın dalı, bir kaç sararmış yaprak, Yağmur yüklü bulutlar. Kimse eğilip bakmıyor aşağıya. Ben buradan, onların yürüdüğü yolları göremiyorum. Seyyar yaşamları, emanet gülüşleri ve sarf edilen onca nimeti… Başım ağrıyor. Biraz bulut sonrası, yağmur dökülüyor üryan bedenime. İliksiz gömleğimden içeri sızıyor birkaç damla. Zihnim bir ağacın köklerine tutunuyor. Tüm anılarım un ufak toprağa sızıyor. Toprak beni zamanla yarıştırmıyor artık. Zaman, artık sadece üzerimdeki bulutlarda beliriyor. Bir kaç ayak çiğniyor beni, bir kaç acımasız pençe altında örseleniyor savunmasız bedenim. Onların ellerinin sıcaklığını unuttum. Kendi ellerimin sıcaklığını da öyle. Üşüyorum, ve yattığım yerden sadece gökyüzü görünüyor. Bu kadar ulaşılmaz değildi yolları, evlerin çatıları ve araladığım pencere kanatları. Çocukların dokunduğum o pürüzsüz yanakları… Kıymetini hiç bilmemiştim gözlerimden dökülen yaşların. Korkmazdım hiç bir şeyden. Kaçıp saklanmazdım. Korkmalıydım oysa. Kaybetmekten, yitmekten, yitirmekten… deli gibi korkmalıydım. Ödüm bile patlamalıydı. Kimi insanı, iliklerine kadar yaşamalı, Bazı hataları tekrar tekrar yapmalıydım. Yuhalanmalıydım belki de kimileri tarafından. Utancı olmasam da birilerinin, gururu olmalıydım kendimin. İyikilerim, keşkelerime sobelenmemeliydi körü körüne. Daha hızlı koşmalıydım kimi zaman, kimi zamansa daha tembel olmalıydım. Sarhoşluğun dibine vurup, karıncalara daha merhametli davranmalıydım. Bağırmalıydım. Duyan duymayan ayıplamalıydı. Hiçbir ayıba pişman olmamalıydım. Sesimin nağmesinde, detoneyle yükselmeliydim. Aynı sesle, türküler çığırmalıydım. Şimdi sadece gökyüzü görünüyor durduğun yerden. Genzime bulaşmış bu ıslak, bu çamura dönmüş, bu toprak kokusuyla, geçip giden, akıp giden bulutları izliyorum. Burada olduğumu kimse bilmiyor. Ben, üstümü örten gri bulutların hemhalı yalnızlığıma, ağıt yakıyorum. Ağıtlarım düşmüyor kimsenin kulağına. Bunu da biliyorum. Birzamanlar bilmediğim her şeyi düşünüyorum artık. Ard arda pişmanlıklar aralıyor yitip giden zihnimin kapılarını. Pişmanlıklarım toprağı kucaklıyor. Toprak aynı şefkatle onları sinesine basıyor. Ufalanıyorum Tanrım! Bölük pörçük etimi taşıyorlar toprağa. Karıncalar yakıyor canımı. Bulutlar ses çıkarmıyor bu sağır avazlarıma. Hiç bir kimse duymuyor ağıtlarımı. Ufalanıyorum Tanrım! Suyum çekilirken toprağa, ah diyorum; ah! |