Doğum çığlığı
Soğuk bir tan ağartısında,
güneş soğukları teskin etmeden evvel; doğum için tekmelemişim, râhminde uyuduğum güzel kadını. Sancıların mutlak müsebbibiydim ve sevincinin, annemin ilk doğum acısı ve sancısıydım. Tavanı isli oda, boyası çatlamış duvarlar, yer minderleri toplanmış bir köşede. Sancılı kadının kolunu okşuyor serin duvarlar, benliğimin tohum sahibi uzak bir ülkede. Doğum çığlıkları yalıyor, lâl duvarları, ses dolaşıyor en kuytudaki odaları. Ve bir telaş, bir heyecan, bir bekleyiş, insanlığın kısır döngü bir çoğalışı. Râhim suyu, ter ve sıcak su buharı, yanakları annemin elma kırmızısı. Çığlıkları susuyor, gözyaşları akarken, çığlıklarımla ses oluyorum doğarken. İnsanlığın en minik günahsız ferdi, cihan denilen aleme çığlıklarıyla geldi. Ve velâdetimin sene-i devriyesi, bir âsır’ın üçte birinden geçmiş olan hissesi. Ben ekim çocuğuyum, eylül’ün hüznünden sonra, kasım’ın aşkından evvel. Dengesiz bir mizanım, bazen çelik, bazen cam, kırılgan bir yanım var heybemde taşıdığım. Sırrım yüreğimin dehlizlerinde, sevdam bir mercan, ve annem kalbimdeki mercanda bir inci. İlkin kimseden evvel getirdi beni, benimle yaşadı önce o saadeti. Göbek bağım kesilmişti, çiğ bir süt memesi, ismim okundu kulağıma üç sefer, ezandan sonra. Bu gece sabaha karşı doğmuşum, aman ne hoş bir ay, hüzün ile aşk arası. Edit: seneler sonra... Yine doğdum. |