Zilzâl
Bir yıldızın ölümü gibiydik
Rengârenk, demet demet acılarla dolu. Vicdanların makineye dönüştüğü, Kulakların binbir sultan sağırlığı Gözlerin milsiz körlüğü. Ölüyorduk, Sonrasında epey öldük zaten. Bildiğin öldük. Politik vaazların şehadetinde Uhrevi nutuklar selalarında Uzaklardan görünen enkaz platosuyduk. Ölmeden önce çığlıklarımızı yutkunduk, Saçlarımızı yolduk, Ölümü an an soluduk. Ellerimiz olay mahallinden dışarıya taştı, İsyanın atar damarlarını serinlettik Cihanı acı acı dolandık. Paslı demirler kokuyor bedenimiz, Çakıl taşlarının belirgin izleri desenimiz Uyuyoruz öylece, cümleten kefensiz. Şeddeli bir zelzele bulutu geçti üstümüzden, Zilzal suresi rengine boyandık. Poseidon’un atları kişniyor, Nallarında göklerin gazabının uğultusu Affedilmiyor güvercinlerin gurultusu. Ömür alametimiz, gülüşlerimiz Göz haritamız, gök kubbe sadamız Öyle bir öldük ki artık bir sayıyız. |
Poseidon'un atları kişnerken taa öncelerden, ayaklarının altında yer yerinden oynuyordu. Bilinse de, duymak işine gelmedi sultanların; çünkü yapılması gereken hırsızlıkların projeleri vardı ve hiçbir şekilde aksatamazlardı...
İşte böyle öldürüldük ve buna da, "kader" dedi utançtan yoksun ağızlar.
Ah başımız çok döndü, uhlevi nutukların kalabalığından.
Evet, gelmeliydiniz. Geldiniz sonunda hocam. İyi de geldiniz.
Teşekkür ederim kelminizin muhabbetine.
Çok selam ve saygımla.