düğme
ıpıslak bir gül; boynu bükük güneş
çehresine siper eder dağları ardında bıraktığı geceye sığınırken dizlerim dipsiz bir uçurumun zifiri karanlığına bırakıyorum ruhumu ellerimle yuvarladığım yıldızları bir düğme gibi koparıp serpiyorum örümcek tutmuş maziye yavruağzına bürünecek gün ışımadan soluklanmayacak ellerim biliyorum kurşundan askerlerim nöbet bekliyor çocukluğuma kaç çocuk bilir pinokyo’nun hazin sonunu kırmızı başlıklı kızı üzen hain kurdu arıyor gözlerim cebimden taşan misketlerden habersiz neden hep ben koşardım babamın terliklerine ve yine aynı terlikler fırlatılırken ardımdan Yaradan’a haber uçurtmak için içimdeki tüm posta güvercinlerini salardım göğe sımsıcaktı gözyaşlarım parkta küçük bir çocuk kırık salıncağa ağlar kanayan dizlerini unutarak üşüyorum kırağı tutuyor düşlerim bir hastanenin kör odasında iki ters bir düz örüyorum arada bir hatırlayarak cebimdeki hapları misketlerim gibi okşuyorum geceyi kırbaçlıyor tom amca saçlarımı kesmek istiyor kötü kalpli cadı bırakın beni darağacına yaslanmış bir cellat ağlıyor yüzünü gösterin bana yüzümü gösterin sahi nerede unuttum kendimi…? gönül gençyılmaz |
İnsanı benliğinin derinliklerine sevkeden kalemi kutlarım.