Saçlarında,Gözlerinde Oynaşan Işık Yakamozları Adına! Sahi Gökyüzü Uzanabildiğim Yerde mi?Şiirin hikayesini görmek için tıklayın (Herkes birilerine benzer sen yalnızca kendine benzersin)..
Duyguyu savunmak gerek diyordu ustalar.. Tek başına kalmak pahasına duyguyu savunmak gerekiyor.. Duyguyu savunmak için uzun uzun sözlere de gerek yok.. Bunun tersini düşünenlerede bir söz söylemiyorum,gülüyorum.. Gülüşüm,bunun tersini düşünenlerin aklını karıştırıyor.. Bu gece hiç uyumuyorum..Saatlerce ne mi yapıyorum.. Hayal kuruyorum..Üstü açık turuncu Tosbağa’nın içindeyiz ve ağaçlıklı bir yolda şehirlerarası ilerliyoruz .. Sanki eldeğmemiş bir dünyaya giriyoruz..Bu düşüm şafak sökümüne kadar devam edecek ve gündoğumu her sabah olduğu gibi göğü günaydınlayacağım en sevdalı halimle..Kesintisiz bir uyku çekmiş rahatlığıyla düşüyorum yollara..Bu sabah istedimki kendi başıma gideyim sete..Toplu taşımadan uzun süre uzak kalmak boğuyor beni.. Metroya iniyorum..Bütün ulaşım yollarının yerin dibine alınması, dışarda sürüp giden hayatın yokolmasından başka bir şey değil biliyor musun?..Evrenin yaşına göre saniyelik ömür için neler neler yapıyoruz..Yaşama düşkünlük yüzünden birileriyle itişip kakışıyoruz ve sırf bu yüzden nasılda alçalıyoruz.. Bu düşkünlük yüzünden sürekli kumpaslar kuruyor birileri.. Metroya binerken insanın içini ferahlatan tek şeyin sokak sanatçıları olduğunu düşünüyorum bu yüzden.. Koridorların bir ucundan keman eşliğinde çıkarsın,diğer ucundan bir kızın sıkı sıkıya tutunduğu viyonelsel^inden düşen melodileriyle.. Ne tuhaf.Yerin üstünde sokak sanatçılarını döven, enstrümanlarına el koyan sistem,yerin altında bir kaç kuruş para karşılığı buna izin veriyor..Toplumsal adalet böyle böyle dağıtılıyor yazık ki.. Bu akşam evde güzel bir sofra hazırladım kendime.. Yemek yapmayı sevsemde en çok ona muazzam güzellikler katmak için verdiğim uğraşı seviyorum..Genişçe bir tabağa rokalı,maydanozlu ve daha bir sürü yeşilliklerle kaplı isimsiz bir speysel hazırlıyorum.. İki kişilk servis açıyorum..diğeri mi? Fotoğrafın gülyüzüne.. Önümüzdeki günlerde smirna’ya yapacağım yolculuğa hazırlık yapıyorum bir yanda da.. Bu gün Gülse Veli abi ve ben Cihangir’de saatlerce Gülse’nin yeni oyununu konuştuk.. Gülse,’yalan dünya’sına veda edeceğinden sanırım öyle öfkeli,öyle kızgındı ki günboyu konudan konuya konuşup durdu..Veli abi o her zaman ki sakinliğiyle arada ’hı hı,evet,tabi’ gibi sözler dışında pek konuşmadı.. Temmuz’da sana yazdıklarımın bir kısmını bir hikayenin oyuna dönüşmesi üzerine konuştuklarımızın dışında açıkçası hiçbir konu beni heyecanlandırmadı bu gün.. Bencilce bir düşünceyse eğer bu düşüncem,bir kereye mahsus bunun için bencilce olmak bile nasılda güzel anlatamam.. Hem nasılsa Gülse tüm sıkıntılarından Veli abinin olağanüstü çabası sonucu kurtulmamış mıydı.. Bu gün uzun uzun yol haritası çıkardık..Şimdilik çok fazla netleşen bir durum olmasada epey mesafe kattık..Kendimce en güzel kararın notunu düşüyorum tarihe.. ..’Neden bazı günler renksizdir?..Gökkuşağına baksan o bile kurşuni bazı zamanlar..Gülse’ye sorsan mevsimlerin yüzündenmiş.. Bak sen şuna..Hemen bir suçlu buluverdi yine..Mevsimler gelip geçici değil mi)? Hatta onlar bir devinimin etrafında gelir geçerler,bir kusurları olsa birbirleriyle olan dayanışmalarından hallediverirler..Koca denizi üşütüp sonrasında ısıtmayan mevsim gördünüz mü hiç?Kesinlikle ben görmedim..Üstelik bu dünyadan olduğumu ısrarla iddia edebilirim bile.. Gülse diyor ki İstanbul emekleyen bebek gibidir.. Bir boşluğunu bulmasın tokadı yapıştırıverir yüzüne vallahi.. Düşündümde akşamları belli mekanlara,geceleri yorganın altına sığınan bizler için pek bir tehdit sözkonusu değildir..Gelde bunu ona anlat.. Gülse ne kadar utana sıkıla saklasa da hep bir dokunulmazlığı vardır yasalarla arasında.. Bu sözlerini durumdan kaynaklı ’rahatlığıyla’ söylemiş olacağının bende oluşan dehşet saflığıyla başladım İstanbul’u anlatmaya.. Durduğumuz yerden başlamak gerekli diye düşündüm sessizce.. Birbirine geçmiş çatıların kimilerinin derme çatma kocaman görüntü oluşturduğu mahalleden..Deniz kokusunu evlerin odalarına kadar dolduğu bu semtten başlamalıydım.. Semtin büyük meydanından her yana açılan caddesinden, daha sevimli sokakları dolaşa dolaşa bazen bir cafeye bazen bir dostunun evine gidiliyordu..(Yüzüme anlamsız bakışı görmemezlikten gelip devam ediyorum)Doğaçlama anlatıyorum durdurabilene aşkolsun..Beatles’i bitirip Pi cafenin arka sokağındaki dar kaldırıma oturacaksın.... Zeytinburnu-Fındıklı tramvayı..Gemiler etrafta çığlık atar.. Sirkeci-Avcılar arası banliyö trenleri hareketlenir,sesi Ayasofya’dan yankılanır..Bu anda asla görmezden gelemezsin Galata Kulesini..Binlerce yıldır milyonlarca insanın kahrını çeker..Kendi içinde ikiye ayrılmış iki semte denge kurmaya çalışır durmadan..Devrim sesli insanların gece yazılamalarını kaçırmayacaksın mesela..Beyazıt’da biber gazını yiyip Haydar abi çayını içmeyenin bir daha kendine geldiği görülmemiştir.. Levent’e geldin mi tam ortasındasındır işte hayatın.. Birden yeterr! diye bir çığlık attı Gülse..sonrasında gülüşmeler her yanı kapladı.’Reaksiyon fena değil sırf bunun için İstanbul’a hiç de istemediğim bir misyon yükledim umarım beni affeder’ dedi..Kızgınlığım geçmemişti umarım affetmez seni dedim..Kocaman bir çalışmayı oyuncağa çevirdin dememe kalmadı. Bir oyun oynadık..Elimin üstünde kimin eli var. Bir,iki,üç bom..Veli abi soy isminden olacak kahramanca dövüşüyordu.. ’Bir ırmakta iki kez yıkanmaz demişti bir deli.. Sonra başka bir deli çıkıp yok canım bir ırmakta bir kez bile yıkanmaz dedi..Daha önce başka bir deli dönüyor üstünde durduğumuz dünya dedi Fakat bu zırdeli olsa gerek ki tereddütsüz giyotine bırakmıştı kafasını..Bu delilerin o taşı kuyudan çıkarma ihtimalleri var mıydı acaba?.. Gülsenin ’yalan dünya’sı o kuyunun dibindeki taş değilsede Veli Kahraman’ın deyimiyle ’Postmodernizme bazen tek bir parmak göstermek yeterli,gerisi fıçının içide yaşamayı tercih edenlerle ilgili bir durum’Veli abi candır can.. Veli abiyle kaygan bir semtte yürürken başımıza neler geldi.. Ama bu durumu sonraki yazıma bırakıyorum çünkü öncelikle Eşrefpaşa’da paçayı pek kurtaramayışımı söylemeliyim.. Eşrafpaşa’nın sıcak insanlarından henüz habersiz olduğum bir gece ayaklarım beni heyecanla o semte götürmüştü..Tanınmadık olupta hele birde fotoğraf çekmişsen bir anda bir sürü insan bitiverir yanına..Henüz bir cümle konuşmadan bir güzel benzetmişlerdi beni..Sonradan konuşmak adettenmiş meğer.. Sonra o insanlar bir parça ’cesaretime’ olan saygınlıklarından dostluk kurmuşlardı benimle..Hemen kabullenmem zor olsada sonrasında çok sevdiğim dostluklarım oldu herbiriyle..Bu gün kaygan bir semtte yürürken aklıma geldi uzun uzun gülmekten alıkoyamadım kendimi..Bir yandan da sırf bu kadar sesli güldüm diye birileri geliyormu diye yan gözlerle etrafa bakmaya çalışıyordum..Eşrafpaşa’dan şerbetliydim nasılsa.. Akgün Akova’nın neden Eşrafpaşa’yı kaplumbağa sırtında düşlediğini ve onun Çiğli denemelerini reçelli ekmeğe olan heyacınıyla yazdığını sanırım iki uyumsuz olan yelkovan ve akrep misali bu iki uyumsuz semt anlatıyor şimdi bana.. Uyumsuz dediğime bakmayın ikiside insanın anlam boyutunu dehşet genişletiyor.. İnsan bir semtte eksiğini tamamlıyor diğerinde durmadan biçim değiştiriyor.. Eşrapaşa’da kocaman bir set kurulmuş ve bir çok şehirden farklı olarak insanlar izleyici olmaktan çok inanılmaz eleştirel sözleriyle birikiyorlardı.Sinemamızın deliye olan bakış açısının o traji komik durumu caddeyi boydan boya kaplamıştı.. Hani kafasına bir huni geçirilmiş eline oyuncak bir direksiyon verilmiş tiplemesi.. Toplumsal gerçekliğimizle nasılda iğreti alaysallık değil mi..Düşüncelerimizin değerini azaltmek için’ O deli bırakın koşsun,bırakın konuşsun’derler.. Kalabalığın içinden yüksek sesle genç bir kız bağıra çağıra setin gerisine doğru yaklaşıp kızgınlığını ve alternatif düşüncesini paylaşıyordu hepimizle.. Onu dinlerken aklıma yalnızlığın,sanatın,insani oluşumuzun kimi yerlerde kendi ellerimizle nasıl buruşturulduğunu düşündüm.. Söz gelimi bir davete gittiniz.(Bu davetler genel olarak zorunlu olur ve nerdeyse gülüşümüzü dahi sağır eder)..Yanınızda sizi tanıyan herhangi biri..Kesin kararlısınız sevimli olacaksınız..Davette biri durup dururken star sistemi oyuncu-yazarlarından birini övecek..Okuduğundan,beğendiğinden değil hani..Dymuştur adını..Kültürlü görünmek için yapar bunu...Olay çıkmasın diye susarsın..Sizi tanıyan insanların bir kısmı ’İçten pazarlıklı’ diye suçlar..Sus pus oturdun der..Tersi Görüşünü söylesen.. Bu kez aynı insanlar Her yerde olay çıkarıyorsun,bozguncusun der..İşte o an ne kadar yalnız olduğunu hissedersin..Her iki durumda da bu defa senin kafana huni geçirirler..Ordaki kızın olağanüstü eleştirisi bana bunları anımsatırken sessizce bu düşüncemi kendisiyle paylaştım..Ona senden bahsettim..’Bir insan hedefine ulaşan ben’ini nasıl sever bilir misin?.....bunu en iyi gidip onunla karşılaştığında anlarsın’diye bilge bir sözle ’ince çizgi’min dışına taşmamamı anımsattı.. Hayat ipince çizgilerde yürür..İnce çizgileri görebilmek için yeni bir bakış açısı, o açıya uygun bir dil gerek..Gerçekliklerimiz ince çizgilerde görünür kılmıyor muydu yaşamımızı.. İnce çizgiyiyle kalın çizgi arasındaki farklılığı olağanüstü bir çabayla durmadan korumak gerek..Misal şiir yazan birine sorsalar yüz tane çiçek adını söyleyebilir misin diye hemencecik söyleyemiyorsa kalın çizgilerinden çıkamamıştır.. 05-12 Nisan.2013.
Geldiğin geceler yetişemem içimde ayaklanan şarkıların ritmine..
Ne yapsam ne etsem eskitemem hiç bir sözcüğü.. Suyun ışıkla dansıydın bende.. Her gece yeni bir tiyatro oynanıyordu kendimizi görebildiğimiz tek sığınağımızda direniyordu gece direniyordu sessizliğimiz ama sen oradaydın ya nasıl kıpır kıpır nasıl mutluydum ah! sen hep orda dur İnadına,bin nazla insan kendi saçlarıyla oynarken bile sevebiliyor seni sen hep orda dur birbirini kollayan aşıklar gibi gecenin ileri bir saati postacısını bekleyen aşık gibi durdukça geceye bir güzellik geliyor durdukça ’yaz’ diyor iç sesim bir çırpıda yazılıyor ömrüne telaşlı şiirler yazıyorum içimde bin umutla ’Ey sevgili rüzgar bana Su’nun geçtiği tüm sokaklardan bir parça rüzgar getir de yüzüme gözüme süreyim’ Gelmediğin geceler dilsiz bir geceyle söyleşip durduk.. Bilirim,kalkıp kentime sığınsam smirna üşüyecek.. Bu yüzden görüntün bile yetiyor bazı zamanlar.. ’Söylesene hercai göklerin önünde mi,arkasında mı’ dedi gezici bir yağmur her dakika,her saniye içimizde havalanan kuşlar ellerine konsun ki sevmek sonsuz özgürlüğe bir açılımdır gezici yağmur sarı sıcak bir mevsime el sallamadan az evel karanlığa bir ışık yaktık Diyojenle şiirler okuduk dehşet bir kente kırık plak intihar etti sevgide akışı durduranın cezasını Dostoyevski’ye bıraktık direniyordu gece gezici yağmur gitti hercai,onun yanındayken,ışığını gördükçe öylesine çoğaltıyordu ki kendini kendindeki değişimin onun varlığından kaynaklandığını biliyordu biliyordu da o,neredeydi bazı geceler? (Henüz yeni yakıyorsun ışığını,dünyanın bir yerinde, çocuklar yeni oyunlar kuruyor arka bahçelerde bir yerinde büyüyor sütmavi pırıl pırıl bir umut.. Senden,ışığından ötürü bir güzellik geliyor dünyaya) |
hani mektubun sonunda diyorsun ya,
"Misal şiir yazan birine sorsalar yüz tane çiçek adını söyleyebilir
misin diye hemencecik söyleyemiyorsa kalın çizgilerinden çıkamamıştır.." diye...
işte orada donup kalmıştım, çünkü çiçek adı diye başladım içimden çocuk isimleri saymaya, ayşe, fatma, ahmet, ali,veli diye devam ettim...yüz tane saymamışsam bile, emin ol en az seksen saymışımdır içimden...sonra en son bağırarak haykırmıştım kar'delen, kar'delen, kar'delen diye..!ve sesime benim kar'delenim Deniz'im gelmişti...bilmiyorum ben şimdi sınıfta mı kaldım:(
hep sevgimlesin can insan, bu gece gelecek bölümü sabırsızlıkla bekliyorum, çünkü saat 12'yi vurduğunda gün cumartesiye dönecek...cumartesilerin hiç bitmesin can dost...