Kurutulmuş Çiçekler Gibi Kocaman Bir Aşkın Sayfalarına Ayraç Düşürür EllerinŞiirin hikayesini görmek için tıklayın ’’Ah ne çocuklardık/ele avuca sığmazdık
adanmıştık,inanmıştık/korku yasak tanımadık imkansızı istedik/kırk kapının kilidin açmadık da/ kırk birinci odaya girdik bir yar sevdik/kaf dağının ardında sevmekten vazgeçmedik aşkı bilirdik/sevmelere doyamadık vurulduk,umarsız sevdalarda’’Gülsüm Cengiz..Tomurcuk.. Postacısını kaybetmiş zamandayız.. Zaman sadece yaşadığımız şeylerden mi ibarettir,yoksa zaman,sadece yaşamak anlamına mı geliyor?.. Bir sabah uyanıyorsunuz,bir yanınız eksilmiş.. Belki daha öncesinde kaybetmişizdir fakat kesik parmağın sonradan başlayan sızısı gibi aynı anda anlaşılmıyor eksilen yanımız da.. Bir sabah uyanıyorsunuz,gördükleriniz karşısında umutlanmamak ihanet gibi geliyor.. Hayran olduğum bir kabus diyor ki ’Hadi,bütün fotoğrafların gözlerine ince siyah bant çekelim’.. Sırtından makaslanmış bir filmin içinde söylüyor üstelik.. Bilmiyor,zıvanasından çıkmış günlerde aşk,bir pergel mesafesinde.. Zaman,tarihin akış yönüne aykırı düşen olaylara yenik düşüyor sanki..Mevsimlerden beklediğini,günlere, sabah düşünü akşama yormaktan soluk soluğa bir tuhaf beklentiler silsilesine dönüşüyor hayat.. Yağmurdan buluta,yere düşen bir yaprağın hüznünden çocukların şen kahkahalarına kadar İler tutar yanı kalmamış bir çağda nedenli nedensiz umutlar büyütüyoruz.. Kadavraya dönüştüren bir sistemde ilk hücre gibi insanileşme arayışındaki evrimsel anı zorluyoruz sanki.. İnsanın insana zulmünü hangi umuda sığdırırsan sığdır umudun şizofreniyle bir akraba oluşu,nispeten dik durmamıza salık veriyor.. Zaman,tarihin akış yönüne aykırı mı ilerliyor yoksa, kendi gerçek renklerimize dönüşümüzün bir devinimsel süreci mi bütün olan biten?.. Şairin dediği gibi ’Zaman bir gül,bir yaprak gibi şiir kitaplarımın arasında saklayamadım bir ömür boyu iki gözüm gibi bakamadım doğanın bize armağanı renkler yargılanıp yakılıyor yalan mı ormanın yeşili,karanfilin kırmızısı,gülün sarısı ve denizin mavisi merhaba demişlerse birbirlerine suçmu işlemişler yazık mı etmişler kendilerine ben renklere yanıyorum yeni aşklar,mavi denizler ve yeşil ormanlar dinamitleniyor düşünebiliyor musun bir insan kendi kıvılcımına kurban oluyor bense insanlara yanıyorum’’..Öztürk T..Z Renkler.. Zaman,bir çiçeği bozguna uğratacak kertede tüketiyor mevsimi.. Yine böyle bir zamanda içimdeki ses öylesine bir sırrı paylaşıyordu ki, öl dese ölebilirdim,öylesine ikna oluyordum ki,anlatamam.. Bazen bir şeylere hazırlıksız yakalanırsın;ve zaman sanki bir süreliğine sabitler kendini..İçin geçer,uçarı kuşlar dolanır tepende.. Bir yanın olaylara karışır,bir yanın aynı saksıda boy vermiş iki güzel yaprak gibidir..Aklın,duyguların öylece tırmanır mutluluğun himalayalarına..Zamanın bütün o keşmekeşliğine rağmen dialogsuz bırakılmış bir figürana hazırlıksız yakalanmıştım o sabah.. Ah onlar yokmu,onlar birer sessiz sinemalardır ve aslında elmacık kemiğinden azıcık gülümsemeleri dahi kapalı gişedir her birinin.. Meçhul Figüranla bir masanın aynı ucundaydık,göz göze..Bakışları bir tanıdık gecikmeydi..Aramızda bir ıssız dalgınlık,aykırı bir hüzün.. Avuçlarımızda bütün yarım kalmışlıkların terli özlemi.. ’Ben’ dedi..’Nasıl desem,bir kent elimde kaldı,ama ben çoğaldıkça çoğalıyorum.. Biliyor musun üstelik isimsiz ve kimliksizim..Dahası,herkes en önde olana tuhaf bir biçimde hayranken hiç ses etmedim’’Meçhul Figüran.. Dedim ya hazırlıksız yakalamıştı beni..Uzunca bir zamandır beklediğim bir andı oysa..Kalbim yerinden çıkacak gibi,küt küt atıyordu.. Arkamızda pimi çekilmiş bir sahneye çakıltaşı serpiştiren insanların sesleri birbirine çarpıyordu..O müthiş gürültüden yavaşça uzaklaşıp bir köşeye çekildik..Olacak gibi değil,burası paklamazdı içimizdeki birikmiş bin yıllık sözlerimizi..Kaldırımda yürürken bir yandan konuşuyorduk,bir yandan da kendimize bir yer bakmak için göz ucuyla sağlı sollu yer bakınıyorduk..Nihayet gözlerden uzak sığınacak sıcacık bir mekan bulmuştuk..Anlamsız dünyaya aldırış etmeden seslerimiz,sorularımız,nefeslerimiz bir çırpıda buluşuyordu işte.. Bir figüranın hüznü değildi beni bu kadar sevindiren.. Kayıtsız ve kibirli insanların kokuşmuş sistemden bir parça yer kapma hırsına karşı, direnen ve içindeki güzellikleri yaşatmasını bileneydi.. Aslında ben kendimi bu dünyaya hep hazırlıksız yakalandığımı düşünürüm.. Bir çoğunun haddinden fazla önemsediğini önemsemediğimdendir belki de.. Yoktan varolmadığımız gibi vardan da yok olmadığımız gerçeğini düşününce bizi bize bağlayan maddenin çok sonrasının hazırlığını yapmak oldukça duygusuz ve bencil olmamızı sağlıyor.. Yaşama çok fazla bir anlam yüklemenin insanı kibirli ve duygusuz kıldığı bir gerçek.. Oysa doğar büyür ve ölürüz..Yaratıcılığı ve sevgi yumağını bir kozada büyütür gibi çoğaltıp birbirimize serpiştirdikten sonra başka ne isterki insan.. Misal bu an,hani böylesi bir anı yaşayıp hemencecik göçüp gitsem hiç ama hiç üzülmem..Saf ve duru bir duygunun zirvesinde sonsuzluğu kucaklamak gibi.. Filimsiz kalmış bir figüranla çaylarımızı tazeleyip telefonlarımızı kapattıktan sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz.. Tebessümle gözlerimin içine bakıyor..Bırak sorsunlar,arasınlar bizi diyorum.. Nasılsa ulaşamayınca bir tuhaf mesaj bırakırlar duygusuz telesekretere. ilk defa bir mektuba adres düşüyordum.. Geri sayım başladı çünkü.. Ve o ses,kulakları sağır edercesine durmadan aşağı çekiyor kahrolası rakamları.. Yarım kalmış bir romanın altları kalemle çizilmiş sözcükleriyle konuşma zorunluluğu olmadan,yarım yamalak deneyimlerin, yetersiz algılamaların,bir adım ötesindeyiz.. En saklı yerlerimizde bıçak keskinliğinde sakladığımız cesaret ve kitaplarımızda yok artık..Hiçbir şey kalmadı ellerimizde.. Odalar dolusu şiirler ve ’......’ den başka.. Temmuz son Cumartesi-15 Ağst.14..Cihangir..
Hiç bir mevsime kaptırmadığım şiirler feda ettim yedinci mevsimde
bir ay boyunca geceler sevdim uzun şarkılar dinleyip iki beden büyük insanlar sevdim ellerinde fettan bir beyazlık yüzünde bir martının şaşkınlığı,görmeliydin bir ay boyunca durmadan gündüzler ve akşamüstleri sevdim dört cumartesi okullu oyunlar oynadık yüzümde çerden çöpten sevinçlerimle rengimle sokakları boyadık çocuklarla bir uçtan bir uca yine de müziksiz tek bir harfe uzanmadı ellerim şiirden mektuba bütün renklerini denedim mevsimin bu şehrin denizlerine dalgakıran oldum ateş oldum Su oldum bin mısra döktüm gecenin bir çocuğa devrilen saatinde Bir ay boyunca yerle gök arasında bir yerlerde eşzamanlı doğdum üstümde yakamoz desenli gece yedi tepe rüzgar dört yanım çıldırmış ellerimde bir İstanbul hüznü kendi gezegenine vurgun yıldızın öyküsüydü düşlerim Yalnız Bırakılmayı Hak Etmeyen Şiir.. Şimdi mevsim Temmuz kalsa böyle hep gece oldumu denizden devşirdiğim mavinin çiylerini düşürsem ellerine bizsiz geçen günlere inat gülsen gülüşünden bir perde aralansa geceye susarak dokunsak öteki yanımıza ay dökülür üzerimize bu anda burcu burcu sevinçleri taşar şımarık Temmuz’un tek tek komşu evlerin pencerelerinde gezinir şarkılar dünya döner fakat ’gitmek’ bir köşede üstünü başını yırtar düşlerden sıyrılmış bir aşka sığsak en küçük bir boşluğa yer vermeden işlese işlese,ta en derinimize Su’ya öykünen bir yaprak imgesine adanmış bir şiir gibi Şimdi mevsim Temmuz kalsa böyle hep mutlu sonla biten filmler yazsam yoksul kentlere adressiz mektupların elinden tutsa senle gelen rüzgar çıldırasıya bir renk çizsem avuçiçine pervasız bir yangın olsak ilk sözcükte sabah olsa üstümüzden gökkuşağı geçse sonra alıp başımızı gitsek birikmiş denizaşırı özlemlerimizle bir mısra sevi bir sözcük aşk yeter bir de içine düşen mavi -Sen yine de her zaman böyle güçlü olduğumu sanma lehçesinde bilmediğim şarkılarla avunuyorum çokça zamandır- |
Şiirin Hikayesini Görmek İçin Tıklayın
Hiç bir mevsime kaptırmadığım şiirler feda ettim yedinci mevsimde
bir ay boyunca
geceler sevdim
uzun şarkılar dinleyip
iki beden büyük insanlar sevdim
ellerinde fettan bir beyazlık
yüzünde bir martının şaşkınlığı,görmeliydin
bir ay boyunca durmadan
gündüzler ve akşamüstleri sevdim
dört cumartesi
okullu oyunlar oynadık
yüzümde çerden çöpten sevinçlerimle
rengimle sokakları boyadık çocuklarla
bir uçtan bir uca
yine de müziksiz tek bir harfe uzanmadı ellerim
şiirden mektuba bütün renklerini denedim mevsimin
bu şehrin denizlerine dalgakıran oldum
ateş oldum
Su oldum
bin mısra döktüm gecenin bir çocuğa devrilen saatinde
Bir ay boyunca
yerle gök arasında bir yerlerde eşzamanlı doğdum
üstümde yakamoz desenli gece
yedi tepe rüzgar dört yanım
çıldırmış ellerimde bir İstanbul hüznü
kendi gezegenine vurgun yıldızın öyküsüydü düşlerim
Yalnız Bırakılmayı Hak Etmeyen Şiir..
Şimdi mevsim Temmuz kalsa böyle hep
gece oldumu denizden devşirdiğim mavinin çiylerini düşürsem ellerine
bizsiz geçen günlere inat
gülsen
gülüşünden bir perde aralansa geceye
susarak dokunsak öteki yanımıza
ay dökülür üzerimize
bu anda
burcu burcu sevinçleri taşar
şımarık Temmuz’un
tek tek komşu evlerin pencerelerinde gezinir şarkılar
dünya döner fakat ’gitmek’ bir köşede
üstünü başını yırtar
düşlerden sıyrılmış bir aşka sığsak
en küçük bir boşluğa yer vermeden
işlese işlese,ta en derinimize
Su’ya öykünen bir yaprak
imgesine adanmış bir şiir gibi
Şimdi mevsim Temmuz kalsa böyle hep
mutlu sonla biten filmler yazsam yoksul kentlere
adressiz mektupların elinden tutsa senle gelen rüzgar
çıldırasıya bir renk çizsem avuçiçine
pervasız bir yangın olsak ilk sözcükte
sabah olsa
üstümüzden gökkuşağı geçse
sonra
alıp başımızı gitsek birikmiş denizaşırı özlemlerimizle
bir mısra sevi
bir sözcük aşk yeter
bir de
içine düşen mavi
-Sen yine de
her zaman böyle güçlü olduğumu sanma
lehçesinde bilmediğim şarkılarla avunuyorum çokça zamandır-
Doğan GÜNEŞ (Doğan Güneş.)
................................... Saygı ve Selamlar...