Yürüdüğün Kaldırımlara İki Kişilik Gölge Düşmüştür Artık/Üstün Başın Sarmaşık KokarŞiirin hikayesini görmek için tıklayın ’’Hangi armağanı alsam içimde hep aynı kaybetme korkusu’’..
(Mevsimler bir biri ardına devrilip gidiyor.. Yaz,pılını pırtını toplamış..Kış,eşikten içeri girmeyi bekliyor.. İçimin büyümeyen mercanlarıyla kalbi hızlı hızlı çarpan bir gün; saat sabahın 9’u..Beni böyle telaşlı,böyle hangi rüzgar getirdi buraya,sorma... İçimde devrik cümleler kuran hüzünler yavaşça kıyılarına çekiliyor.. Söylemesi ne tuhaf;bir gün biri geliyor, nasıl olduğunu anlayamadığın bir duygu sarmalı içinde yalnızca gülüşüyle ve yalnızca hüzne bulanmış kokusuyla,ezberlenmiş yenilgilerimi darmadağın ediyor.. Gözlerinden şafağın çiğ tanelerini topluyordum.. İstiridyenin içindeki kum taneciği gibi,beklemiş beklemiş ve inci olmuş..Umutlar bile kendi peşine düşüyor bu anda.. Konuştukça hiç susmasın istiyorsun.. Birbirbirimize tanıyamadığımız kendimizi uzun uzun anlatıyorduk saatler süren konuşmalarımızda.Tepemize boyanmış gri gökyüzünün ağırlığı üzerimizdeyken ve belki ileride bazı zamanlarda tek bir titremeyle alt üst olacak her şeyi konuşuyorduk.. Saatlerce onu dinler,arada bir iki söz ederdim.. Öyle anlarda bir yazar değilde,öteki yanımı görürdüm onda.. Onu tanıdıktan sonra sık sık düşündüm,acaba konuşamadıklarımızın öyküsünü yazarken ağlayan başka biri varmıdır diye.. Ellerine bakıyorum,az evel bir kelebeğe çiçek olmuş sanki.. Kalbi ışıkçocuk,düşleri ille de mavi.. Yüzünde papatyalar,gelincikler ve sonsuzluk duygusu veren kırlar.. Ben şimdi nasıl bir önerme sunayım ömrüme ey hayat.. Bir yanım şiirlere yanıyor,bir yanım mektuplara talan.. Neresinden tutunsam hayatın,elimde kalacak duygusu.. Bir ele dokunmanın kaybetmek olduğunu öğretmişken hayat; Her şey yeniden iyi olabilir mi?.. ’.....’ gitmeden önce rüzgarın serinliği çarpıyor yüzüme, ’Seni hangi lodos getirdi’ diye fısıldıyorum kuşlara.. Bakışıyoruz..Uzun,uzun..Deniz içini çekiyor..Kuşlar dalgın havalanıyor).. 17.09.14.. Postacını kaybetmiş zamandayız.. (Bunca karmaşık duygular içinde sana hala yazmalı mıyım,bilmiyorum?.. Haydar Ergülen ’Vefalı olmak,unutmamak değildir’ diyor.. Şu an yazdıklarımı vefayla mukayese etmek çok güç,farkındayım fakat henüz bir cisme kavuşamamışken buna hala hakkım olduğunu düşünüyorum..Sanırım şu an için hala bir çakıltaşıyım nehir boylarında.. 15 Agst-20 Eylül.. Dün gece,ileri bir saatte bir yıldız kaydı hissettin mi?.. Ardından bir tane daha kayıp gitti,öylece..Sorularımı dilek tutar gibi yükledim ardından.. Sorularım,İstanbul’un kiremitten eteklerine çarpa çarpa o kayan yıldızlarla ardına bakmadan gitti.. Sorularım ne sana ne de başkasına ulaşmıyor fakat yüreğimde yoruluyor.. Bir şarkıya sarınıp uyumadan önce ip ince bir duygu sarıyor bedenimi.. Hani ’Kimse duymasın,bilmesin diye sessiz hüzünlenirsin bazen.. Gece yarısı kimseyi uyandırmasın diye yağan o yağmur gibi’.. Kimse bilmez,yağıp geçmiştir.. Pencereyi açtığında içeri giren o tatlı soğuk esinti, ve kokudan anlarsın yağmurun yağdığını.. Sorularım sessizce gerisin geri dönüyor,hiç kimsenin üzerine almamasından anlıyorum.. Bu rüzgar,bu deniz,bu yağmur,bu yollar,bu kentten kente kaçışlarım seni bana getirmiyor.. Sence de her gün içimizde bir çocuk öldürüyormuyuz bizde? Her gün insanlığımızı öldürüyor muyuz? Her şey birden bire,her şey yeniden iyi olabilir mi?.. Bir sabah uyanıyorsun,ama bir yanın öyküsü yıldızlara asılı gecede..Bir yerlerde bir film çekiliyor,evde oturmuş sabaha dek evdeki öykülerine ihanetle sadık kalma arasında ince bir hüzünde buluyorsun kendini.. Direnecek çok şey var diyor sadık bir diyalog.. Bir sabah uyanıyorum,bütün ihtimallerimi güzelliğinden öpüyorum.. Ve pırıl pırıl bir Cumartesi; Toplasan bir masaydık,Cumartesi’ye güzel bir ana fikirle başlamış bir masa dolusu insan..Seçilmiş on tane şarkıyı bıkmadan usanmadan üst üste dinliyorduk..Kahvelerimizden son bir yudum aldık.. Önermesini bana bıraktılar..Bir anda dehşet bir sesszilik kapladı ortalığı,bu sessizlik Cumartesi’nin ruhuna aykırıydı.. Aklımda hiçbir çerçeveye sığamayacak kadar resimler vardı.. Bir şeyi çok ama çok istersin ve o şey en fazla rüyana giriyorsa, onu yalnızca çok istediğinden değil de,kendini koşulsuz olarak onunla düşünüp,onu yaşamının en kıymetli varlığı,değerlin yaptığın için düşte yakınlaşmana sevinirsin..Sevinmek bir yana,olağanüstü bir duyguyla bir çeşit ’seçilmiş’ hissedersin kendini.. Arzuladıklarımızı en derinimizde hissettiğimzden de öte bir şey bu.. Çok şey önermek istiyordum;öyle ki,herkesin beklediği ama hiçbir cümlenin içinde geçmeyen o ’sihirli’ kelimemi baştan sona hissettirmek istiyordum..Bazen bir cümle içinde çocuklaşamıyorsam, kimi öykülerin içinde şifrelenmiş kelimelerimde açıktan sana dair söyleyeceklerimi söylet(e)mediğimdendir.. Belki bunun çocuk olmakla alakası yok fakat buna rağmen çocuk kalıyorsam,kesinlikle o şifrelenmiş kelimelerimde sana ’Seni Seviyorum’,diyemediğim içindir.. Levent’te bir masa dolusu insan gözlerini dikmiş beni izliyordu.. Ana fikri olmayan bir yaşamın acımasız,gaddar,gaddar olduğu kadar en iğreti çağında aşktan sözetmek olağan sayılmazdı.. Çocuktum,korkuyordum..Önerme diye öyküdeki mutlu sonu anlattım.. Çaresi olmayan tek hüzündü bu.. Masamız git gide kalabalıklaşmıştı,deli gibi eğlendiğimizi düşünenler bile vardı..Sonra yeni gelenlerden biri ’’Ben bu filmi görmüştüm bir yerlerde’ dedi..İçimde kocaman bir küfrü ikna ettim.. Evet bende görmüştüm dedim,sahi kim yazmıştı o filmin öyküsünü?.. Sonra oda utandı,gözlerinin içi nasılda üzgün olduğuyla doluydu.. Bir ara kalkıp yanıma geldi ’Ben’ dedi ’Sana sarılabilir miyim’?.. Bazı ihtimaller,akşamları koşar adım çıktığım upuzun merdivenleri bile sevdiriyor bana.. Çoğunlukla asansörün merdivenleri kıskandığına tanıklık etmişliğim bile olur..Nispet olsun diye daha bir sevgiyle koşarım merdivenlerde..Asansördeki kıskançlığın bana aşkta kıskançlığın yalnızca canlılara ait olmadığı gibi bir duyguyu çağrıştırması naif bir anımsatması gibi geliyor.. Saatin kadranına,ağacın yaprağına,güneşin Su’ya aşkı gibi.. Gerçek hayatta aşkın etrafı mayınlarla döşenmiş olsa da biliyorum,uzakta bir yerlerde,belki de en yakınımızda o mayınları bir güzel temizlemiş olanlarda var.. Kararlı bir biçimde yürekten,sürekli olarak bu ihtimallerimi çoğaltıyorum.. Çoğunlukla ütopik bir ihtimali büyütüyorum içimde..Bir akşam caddeyi geçmişim,sokağın ucundan bakıyorum,evde bir ışık,çıkarken açık bırakmadığıma emin olduğum ışıklarım pencereden taşarak sokağı aydınlatıyor.. Muhtemelen öyle bir akşamda bir bulutun üstünde yavaşça pencereden bırakalırım içeriye.. Susulmuş tüm şarkılar sokakta kol kola.. İşte o akşam kuşkusuz,asansörle merdivenlerin arasından çekildiğim olası bir ihtimalimdir.. Toprağa serpiştirilmiş tohum gibi, onun ilk toprağa düşüşünü ve sonra serpilip büyümesi gibi başlarsın bir öyküye..Sonra birileri gelir onu tersten kadraja alır.. Ya ihtimallerim öyküsü?..İşte onları bir tek merdivenlerim biliyor ya,bu yüzden içim rahat.. Ters köşe yaptığım için otuz iki diş gülüyorum.. Cumartesi,sen,düşlerin,gülümseyişin,evdeki şiirler, sandığa bırakılmış el değmemiş öyküler,mektuplar ama her şey uzak ihtimallerime rengini veren mavi denizde pupa yelken..
(Karaya vurmuş gecikmiş bir şiirdi zaman
Sonra sen çıkıp geldin.. Neşeyle,cıvıl cıvıl.. Rüzgarın kokusu sinmiş saçlarına.. Sözcüklerin ılık bir nehir gibi dökülüyor yüzüme) Avuçlarımda bin kez hırpalanmış kadim bir imge hecesiz bir ölçü savruluyor omuzlarımdan şehrin en işlek caddesinde sonsuz nesnelere dokunuyoruz uzaktan bakanlar hemencecik anlıyorlar milyonlarca yıllık hüzne benzediğimizi Yürüdüğün kaldırımlara iki kişilik gölge düşmüştür artık üstün başın sarmaşık kokar ruhun uçan balonlarda çocukları sevindirir ’acemi aşıklar’ gibi utanırsın göz göze gelmeye hiç kimse duymaz kalbinin senfonik atışlarını vitrinlerde boy boy siyah beyaz şarkılar sırt çantandan kuşlar havalanır göğe Hafta ortası yer gök Cumartesi incir ağaçları tomurcuk verir umutlanırsın limansız kentlere durup dururken bir gemi yanaşır güvertesinde düşlerin el sallar gelen geçene saçlarından omuzlarına bir tutam şiir boca etmek geçer içinden ah! uçuk yeşillerin kıyısından gülümseyen! böyle zamansız böyle çılgın gülüşünle özlemi dışına taşmış mektup gibi hangi postacı getirdi seni bana bir salkım ışık bir deniz kenti gibi böyle bakma bana çocuk fotoğraflı ’.....’ ’Gözünaydın’ diyemiyorum saçların yüzüme yaslanmış bir çocuk tedirginliği Düşçiçiçekleri aşkına!! kirpiklerin aynı harften incinen iki çocuk gibi bana geri getiriyor rüzgarın kanadında kaybolan gülüşlerimi -Neden hassastır bunca, içtenliğin telleri? Kaşı kara gözü ela bir şiir de Hiç hesapsız ve koşulsuz Kirpiklerine bağlıyorum özgürlüğü- |
Duygulu dizeleriniz hoş.
Beğendim...
....................................... Saygı ve Selamlar...