Bir Yıldız Daha Çoğalır Gökyüzü Bir Soluk Daha Derinleşir Rüzgar/On Sekiz Nisan'daŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Bu filmden toplum sorumludur,ben değil..
Postacısını Kaybetmiş Zamandanyız... Bütün Güzel İnsanlar Sana Bir Şiir Armağan Bıraktı.. Atilla İlhanın dediği gibi,’İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur/ tutsak ustura ağzında yaşamaktan’.. İçimde kocaman bir boşluk,odada nereye otursam altından fay hattı geçiyormuş gibi bir titremeyle doluyoruz.. Sabah vapurunda giderken,akşam tramvayda bir köşede otururken durup durup çoğalan bir boşluk.. En kötüsü;dünyanın tüm boşluklarını sırtlayıp gitsen, ’nereye gidiyorsun böyle’diyen olur mu,buna verecek bir cevabımız olur mu?.. Neyse,bunları düşünme sen.. Boşluklarımı çoğaltıp döndüm,hepsi bu.. Birbirlerine sıkıca bağlı trenler gibiyim.. Çocukların dilindeki masal,dağların ardındaki yabançiçeği, bir aşkın ilk titreşimleri,dört mevsim bahara tutkun.. Her sabah doğan güneştik.iklimimiz başka bizim!.. Kar taneciklerini görünce sevinememek bir duygunun eksilmesiydi.. Giderken,ardında bıraktığın bir şehri üzünçlü görmek de, böylesi bir eksikliği hissettiriyor içimde.. Bir ses,bir kıpırtı beklersin..Herşey kent gibi sessizliğe bürünür.. Üstünden derin yalnızlıklar dökülür..Alıp başını gitsen de, en çok mevsimlerin şakaklarına kır düşer bu anda.. Yaşamak ve sevinç hüzünden daha fazla cesaret gerektiriyordu sanırım.. Zamana teslim olmamak bir ısrar işidir Güldüşlüm.. Dönem filmlerinde eskiye sığınmanın,gerçekle başedemeyecek olmanın sırrı mı vardır acaba?..Bu yüzden midir yazarken bıçaklanmışlık hissiyle dolup taşmak?..Biliyor musun,kimi zaman kalabalıkta Annesini kaybetmiş bir çocuk gibi boşluğa düşüyorum.. Yine de sıradışı bir seneryoya ithaf ediyorum sana dair içimdeki söyleyeceklerimi.. Bilirmisin,her insan kanserli bir hücredir aslında hayata, bunu biliriz de kendimize dahi itiraf etmeye cüret edemeyiz.. Sanki en ufak bir sözle dağılıp yokolacakmışız gibi düşünürüz.. Oysa ne toplumsal bir ’suç’a’ ortak olmak,ne de ona kayıtsız kalıp, sadece susmak bile yaşamın vicdan süzgecinde aklamıyor hiç birimizi.. Bu yüzden,duygusunu senden alan kimi filmler esasında bir dil sürçmesidir.. Dünyanın hali gibi ya halimiz,bundandır dünyayı değiştirmeye iki yeminli oluşumuz..Emin olduğum bir şey varki,sabah olacak ve ben yine aşık olacağım..Her gece ve her sabah olduğu gibi.. Ellerini kanatarak yazan bir şairin imgesinden,ruhunu kanatarak kadraja repliğini düşüren figüranın azmi gibi.. Neruda’yı düşünüyorum’Şiir neye yarar çiğler için yazılmamışsa’ Cumartesilerin ve çocukların bittiği yerde ağaçların ıssız endişesine ürperiyorum..Düşçiçekleri aşkına;Birileri söylemeden sahipleniyor bizi.. Anadan üryan yontunmuşluklarımızla tanınırız birilerince.. Yani olduğumuzdan çok yokluğumuz yaşıyor.. Bugün bir kaç harften oluşan cümleler çıktı karşıma.her birini ayrı ayrı düşünüp birden konuşayım derken birden hepsini rüzgar alıp götürdü.. Kendi sırlarımı bildim bileli beynimde sabitlediğim nice kavramı yeniden bu defa kendi harflerimle beynime yazıyordum. Beklemek ne kadar zor ve sessizlik ne kadar saldırgan. Sende de böyle mi?..Bu sabah umutsuzlukların sloganını atmak istedim göğe..Bu isteğimden mi yoksa uzun zamandır içimde birikmiş sloganlarımdan mıdır bilmiyorum dün gece konsere gittim.. Sonra sloganlarımı yüklenip evimin yolunu tuttum.. Masada yarım kalmış bir şiir,ocakta suyunu bekleyen demlik.. Biz üçümüz sabaha kadar baharı çabuk gelen şehirlerden konuştuk.. Düşlerim ısınmak isteyen bir kuş gibi sokak lambasının üstüne tünemiş..Nostaljik bir semtin akşamüstünde ısrarla söylüyorum ki,sesimin içiyle seviyorum seni.. On sekiz Naisan’ın Cumartesi’ye gelmesi bir tesadüf olabilir mi,söylesene?.. Yere düşen şiirleri fısıltıyla haber veren bir filmin en olmadık repliğiydi hayat.. Yada ben öyle sanıyorum..Bunun bir önemi de yok.. Bir Nörolog olan Oliver Sacks’ın müzikle insanlara şifa vermesi gibi her film bir sır,her şiir bir duyguyu çoğaltıyor yaşamımda.. Hayat hem çok karmaşık hem oldukça sıradan ve basit.. Dün bir oyuncu repliğini kadraja ezbere okurken cümlenin ortasında ’vefa’ dedikçe provalar uzadıkça uzamıştı.. Oyuncunun repliğinin hiçbir yerinde ’vefa’ geçmiyorken hep aynı yerde dilinden ’vefa’ sözü çıkmasna ne demeliydim! Buna bir dil sürçmesi diyebilir miydik peki?.. Vefa bu seneryoda yakamı bırakmıyor..Sanırım o oyuncuya benden bulaşan bir kavramdı vefa,ya da ben öyle düşünüyorum.. Loş ışıklarla,mumlar,tütsüler ve mitolojik aksesuarlarla dolu bir mekan düşün,yerde vahşet görüntüsü,cesetler, kopmuş uzuvlar ve ilk replikte şu olsun,’Burdan bir an önce kaçmalıyız arkadaşlar’ öylesi bir cenderede ’vefa’ gelip iki yakana yapışıveriyor işte.. Bütün güzel olasılıklarımız bir yana nihayetinde şöyle diyebiliriz bazı zamanlar,yaşam,kocaman bir trajedi aslında.. Hafızamızda birikenler düşgücümüzü,düşgücümüz de olanlarsa kararlarımızı tetikliyor olabilir mi acaba?.. Yoksa ileriye dönük tüm o varsayımlar,öngörüler,beynimizden kalbimize tamamen başka hücrelerin çalışmasına mı bağlı?. Şunu net olarak söylemeliyim ki; Yere düşen şiirlerimin gelen geçenlerce üzerine basılıp geçmesine engel olamadım fakat bundan böyle hiçbir filmin yere düşmesine olanak yaratmayacağım.. Ve ben ilk defa bu sabah farkettim;bazen birine bir soru sorarsın fakat aslında sorduğun soru tamamen karşındakinin öyküye değil de direkt o söze dair vereceği cevabı istersin merakla.. Hayat tüm güzelliklerinin yanı sıra acımasız,evet buna dönük mücadele kaçınılmaz gibi duruyor olsa da,esasında kocaman bir trajedidir de Güldüşlüm.. Gerçekduyguya dair her seneryo,kadraja alınmasa da bu hayatın kendisinden daha güzeldir.. Okumaya değer bir kitap gibi,ölünesi sevmeye değer zamanların olsun.. Her repliğinde Vefa,dil sürçmesiyse sen,en güzelsin.. Bu akşamüstü havada sırılsıklam bir yağmur.. Şemsiyeli insanlara òfkelendim içimden.. Yağmura Şemsiye Açmak En Çok Gòğù Ùzmekti Güldüşlüm.. Bir şiir yazdım sonra Yağmurdan Kendini Sakınmayanlara Sevgiyle diye.. Sonra bir dilek tuttum ikimize; Şehir rengi tenlerimiz buluşur bir yerlerde diye belki Bir çiçeğin cebine muhtacız hala.. On Sekiz Nisan 15 Cumartesi..
’’Gökyüzünü düşün...O sonsuzluğu...O boşluğu...
İşte ben seni; bana hep umudu,özgürlüğü, güzel ve mutlu yarınları vaadeden o masmavi gökyüzü gibi hayal ediyorum’’..Güldüşlü.. 32.Peron; O gece ay tutulmuştur dedim gündüz mü? gündüzü ılık bir Su tadında düşlerine yatırmıştırsındır dedim umutlarını senden habersiz hava gece boyu kırmızıydı sanki beyaz bir örtüye şarap dökmüşler gibi şunun şurasında iki kişiydik konuşmaya gün bitti gece oldu repliğini unutan figüran gibi kalakaldık haydi yaslanalım bir rıhtımın gölgesine bir dahaki Cumartesi’ye kadar dünya tenha mor çiçekli düşler örtelim hüzünlerin üstüne bu daha bir şey değil.. Yüzümdeki dalgınlık birazdan uçup gidecekmiş gibi durmuyor kitabın sayfalarına sığdığı gibi sığmıyor insanın içine özlem Düşçiçekleri aşkına! özgür aşkların nasılda kendine has kokusu var ellerin öyle içten rengarenk hamurlardan şekiller yapar gibi öyle çocuksu öyle içten yaşam doğurur ellerin Yerleşik aşklar adına! odada geniş bir orkestra kanepede pırıl pırıl bir şarkı Su’yun kıyısında sòğüt ağaçları gibi aramızda biri kımıldasa öleceğiz bugece Mumlar kendi gölgelerini yansıtır ben seninkini şiir şiir mektup mektup şemsiyesiz yağmurum benim gülümseyişin çocukluğunu uçuruyordu oysa sen bunu bilmiyordun bende bilmiyordum fakat durmadan eğilip öpüyordum kuğu boynundan Hani ellerin olsa ellerimde önce ellerine dökerdim bütün bir ömrü kağıttan önce muma yazıyorum birazdan ışık olacaksın bir yaşam olanağıdır bu çağda böyle düşlemek seni ’Gece ile gün hiç kavuşamayan iki sevgili mi dersin’ -Her Kent Biraz Umut Biraz Hüzündür,bunu biliyor muydun- |
istekler bitmiyor aşkta..