Kuşlar Çok Ama Çok Uzaklara Gitti Diyordu Bir Ara ReplikŞiirin hikayesini görmek için tıklayın ’’başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı bir sürü çocuğu öldürdüler." T Uyar.. Bir sürü çocuğu öldürdüler Güldüşlüm.. Bir sürü..Konuşmayı henüz çözmemiş,yumuk yumuk,al al yanaklı çocuklar.. Söylesene,çocuklar en güzel neyi hakeder.. Ya biz,biz şimdi nasıl biz oluruz bunca çocuk kahkahası eksiltilmişken.. Zaman,tarihin akış yönüne aykırı düşen olaylara yenik düşüyor sanki..Mevsimlerden beklediğini günlere, sabah düşünü akşama yormaktan soluk soluğa bir tuhaf beklentiler silsilesine dönüşüyor hayat.. Yağmurdan buluta,yere düşen bir yaprağın hüznünden çocukların şen kahkahalarına kadar İler tutar yanı kalmamış bir çağda nedenli nedensiz umutlar büyütüyoruz.. Kadavraya dönüştüren bir sistemde ilk hücre gibi insanileşme arayışındaki evrimsel anı zorluyoruz sanki.. İnsanın insana zulmünü hangi umuda sığdırırsan sığdır umudun şizofreniyle bir akraba oluşu,nispeten dik durmamıza salık veriyor.. Zaman,tarihin akış yönüne aykırı mı ilerliyor,yoksa kendi gerçek renklerimize dönüşümüzün bir devinimsel süreci mi bütün olan biten?.. Kolektif Özgürlük,insanın kendinden vazgeçmesi değil midir biraz da.. Odanın içinde saksıda menekşeler,ıhlamur kokan bir evde uzun uzun düşündük..Ne sessçiler,ışıkçılar,yönetmen yardımcıları, yapımcılar,oyuncular vardı ne de şarkı sözleriyle ellerinde enstrümanlarıyla bekleyen müzisyenler.. Yakıcı bir coğrafyada; Mülkiyeti kutsal yasalarla perçilemiş bir çağda,ruhunu tümden teslim etmiş insancıklar kocaman ve ışıldayan bir düşü tehdit etmeye yeltenmiş, kocaman bir coğrafyada ölümler kusuyordu.. Şehir,köylerden,sokaklarından yükselen dumanlar,Hitler’in senetoryumlarından yükselen dumanla aynı tondaydı.. Çığlıklarda birbirine benzermiş meğer Ho amca.. Şiir insan ruhundaki çatlağın yansıması diyor C Oğuz,film ise o çatlağa akan gürül gürül bir nehir ise hangi filmin karelerine bölebilirsin ki Özgürlüğe tutkulu insan çığlıklarını.. Sencede özgürlük,en uzun repliğimidir insanın?.. Söylenmiş olan her söz erkendir biraz..Susmaksa işlenen ihanettir zamana karşı. Ihlamur kokan evden barut ve yanmış köy kokusuna sıcak bir Ağustos sabahı yatay geçiyoruz..O,kozasını ören bir ipek böceği gibi sabırlı,içinde lavlar taşıyan yanardağlar gibi gerilimli kentler yaşamın en onurlu,en erdemli, en sahici yanından tutkuyla ve büyük bir aşkla bağlılığını savunaların doğaya,oradan yer yüzünün sokaklarına ulaştırıyorlar.. Birden içimdeki film kopuyor. Nermin Elif’in elini tutuyor..Gözlerinı kadim bir dağın yamacına öylece sabitliyor..Sesinde hafif bir utanç duygusu.. ’Neden geç kalır insan bilir misin, hareketi,zamana yetişmez de ondan’ diyor.. Biz günlük yaşamın akıp gittiği o bencil yaşamlarda hareketi zamana dönüştürmekten çok uzağız belki fakat bizden hiçte uzak olmayan bu yerlerde,yanıbaşımızda,hareketin zamanla kopmaz bir insan zincirine dönüşmüş olması umudu büyütüyor diyorum aynı utanç ses tonunyla.. Ne yaşarsan yaşa,neyi düşlersen düşle ruhtaki çatlağı fark etmek bir duyarlılıktan çok bir parça insan kalabilmenin yürekteki o en derinde yatan duygunun,kendini bir şekilde açığa çıkarmasında yatıyor..Acının ve direncin aynı rüzgarlarla esmesini çeperlerine kadar hissettiğin anda.. ’’Ne de olsa hayat ister zalim olsun ister mazlum,ister korkak olsun ister kahraman, ister varsıl olsun ister yoksul, ister okumuş olsun ister cahil kalsın herkese varoluşunu gerçekleştirme fırsatını veriyor.’’Günay Aslan ’Yeterki kararmasın sol memenin altındaki cevahir’..N.RAN.. Korkularını gece süpürmüş kırmızı yanaklı çocuklar.. Bisiklet pedalına yetişemeyen ayakları panzer paletlerinde sürülmüş, kaşı gözü düşleri küçük kara balıktı her biri küçük karabalıkların peşi sıra başka küçük kara balıklar çoğaldı çoğaldı çoğaldı.. Her birinin gözlerinde sulusepken bir hayat.. Nasıl biçildiyse gövdeleri,nasıl kirletildiyse çocuklukları, öyle sarılyorlar şimdi sulusepken bir düşe.. Ah çocuklar;şundan eminim ki, Gücün ve iktidarın iflah olmaz tutkusunda olanların,korkunç zalimlikleri ve yıkıcı yalanlarına rağmen hayatın renkliliğİne inananlar,sonsuz bir selin duygusuyla derelerden ırmaklara denizlerden okyanuslara dökülecek gün gelecek.. Saçlarında yaşamın yedi rengini taşıyanlar özgürlüğü armağan edecek insanlığa.. Ah çocuklar,Akşam güneşinde,kızarık bulutların altında uçsuz bucaksız bir kucaklaşmayla yıkılmaz denilen sınırlar parçalanır.. Umut,bir Annenin dilindeki ’’Dünya bir güldür, kokla ve arkadaşına ver’ deyişi kadar sahici.. Suçlu ölüler dünyasında kuşkusuz bir tomurcuğun sıcaklığınca dolacağız.. Ve o gün,karanlığa dövüşenlerde kırmızı yanaklı çocukların parlayan yüzü, bir sevincin yürekten yükselişi,çiçek oluşu,su oluşu,renk renk halay oluşu.. Yazgısına başkaldıran bir mevsimdi.. ’Göz görmezse gönül katlanır’ derler,nice zulmü olanı yanlış gören gözler nasıl katlanıyor,yoksa bir perde mi var ki bunca olanı gözler görmüyor.. Bana öyle geliyorki göz gönül bağlantısının koptuğu bir çağın yetimleriyiz biz..Göz görecek ki gönül kah koşaçak kah kan ağlayacak, ve böyle böyle dokunacak birbirlerinin yarasına.. Ama görmek istediğimiz değil,gösterilmek isteneni görür olduk.. Oysa çoğunluğun kaderi öylesine iç içe geçmiş bir gerçek ki, ve o çoğunluğun gözyaşlarının birbirlerinin yanaklarına değdiğine tanık olduğumuzda,toplumsal olarak bizlere görmemiz gerekenin aksine gösterilmek istenen zulmün ayırdına varscsğımız gibi.. En katmerli zulüm,en katmerli körlüğe dönüşüyor.. Görmek,öyle doğuştan bir yetenek değil,görmek için emek sarf etmek gerek.. Çocukluktan itibaren bizlere neye bakmamız,neyi görmemiz gerektiği ve gördüklerimizden hangilerini dikkate alacağımız öğretilir.. Eğer ufkumuz genişlemez,yalnızca bir iki kaynaktan ilk neleri görmemiz gerektiğini öğrenir ve yalnızca o ilk verilerle şekillenen gönlümüzün dar seçiciliği ve beğenisi ile görmeye devam edersek bir süre sonra en basit anlamıyla gören aslında görmeyen bireyler olur çıkarız.. Çevremizde tüm dünyaya yalnızca bir inanç ya da bir dünya görüşü ile bakan ve burnunun dibinde olup bitenleri görmeyen yığınlarla dolu değil mi?.. Canları değil camları görenler,yananları değil,yalanları görenler gibi.. Kendi gördüğüne tüm görenleri yargılayan,başkalarınında görebileceğini yadsıyan,anlamaya çalışmayan yalnızca yargılayan kendisinin nasıl göründüğünü göremeyen insanlar.. B Güneş’in dediği gibi ’Bir buzlu camdan yapılmış küre içinden bakarız dünyaya’.. Sözcükler hissedilenin ve yaşanılanın karşısında o kadar zavallı duruyorlar ki.. İç sesimiz öylesine bir çığlıkta yükseliyor ki göğe, göğün yeryüzüne utancını bulutların bu mevsimde güneşin ardına saklanmasında görebiliyorum.. Bu yılışık korku zamanlarında,ceplerinden göğe cesaret serpiştirenler olmasa,deniz nasıl böyle mavi,toprak nasıl böyle yağmur kokulu kalabilrdi ki.. Hepimizin dünümüzden etkilenerek,yarınımızı etkileyerek yaşayıp giderken günümüze nasıl bir gelecekten bakacağımızı tahmin edebiliyor muyuz.. Jules Verne bu yüzden mi çocukluğundan kalma metaforların yarattığı heyecanı yaşıyordu düşgücünde.. Hepimizin yazgısında gölgelerle yaşayıp sonunda bir gölge olmak var.. ’Umudun bir adı olmalı’ diyor ya şair,işte yazgıyı bir anlamda değiştirecek,ona bir nebze olsa biçim verecek şey.. Niye mi? Çünkü içimizdeki fırtınalar,yağmurlar,güneşli anlar kadar etkilidir de ondan.. Düşleri kısa olanın elinde şarkılar söyleyecek,dans edecek göğün resmini çizecek yaşam öyküsü kalır mı hiç.. Karanlığın dehşetini kuşanmış her ruh, şimşeklerin gürültüsüyle konuşur,ama sadece karanlığa boyun eğmiş olarak kendi yırtıcı doğasının uyanışını izlemek için nefes alıp verir.. Vicdandan söz eden ahlaksız bir barbar,yalnızca barbarlığının gereğini yapar.. Belleğini,vicdanını,onurunu koruyabilmiş,dahası salt inandığı değerlerine yüz süren insan,tek başına kalmış bile olsa bu barbarlığı yok edecek önlemez bir güçtür.. O,bütün o ihtişamını,hakikatın ve insan kalabilmiş yönüyle yapar. Bunca çocuk öldürülüyorken susuyorsan,bir damarı eksik kalmaz mı sanatın yitip gitmez mi o en erdemli,en sahici insancıl düşlar dahası,insan kalabalir miyiz?.. 10.10..2015..Cumartesi..
Sobelenmiş cesettir bedenimiz/ay bile tedirgin-
Bunca çocuğu hangi lodos getirdi diye soruyorum kuşlara bakışıyoruz uzun,uzun deniz içini çekiyor ’kuşlar dalgın havalanıyor’ ay bile tedirgin o kadar çocuk öldürüldü ki içimde sahipsiz parkların çığlığı Kuşlar yalan söylemez çocuklar deyinki onlara kelebek kanadına serpiştirilmiş bir düşteydik memleket havasında düşürdüler dünyadan öylece uzandık soğuk taşlara mevsimler tanıktır mavisi eskiyen gökyüzü pamuk tarlaları tanıktır Sımsıkı sarılsak kırkı çıkmamış düşlerinize sarılsak çiçekteki koku gibi baştan aşağı içimize çeksek utanır mı dünya kendinden diner mi utancın sancısı Ah! çiçeği bozguna uğratan her biri narçiçeği tebessüm size nasıl kıyıyorlar böyle -Erguvan zamanı insanlığımızın/çocuklar Öyle bir salıncak kuracağız ki göğe Bir buluta değecek ayaklarınız Saçlarınız kavaklara sarmaşık Ardımızda kuşların şarkısı Kahkahalarınız Hürriyet tadında Hınzırca saracak yeryüzünü- |
sarılsak
çiçekteki koku gibi baştan aşağı içimize çeksek
utanır mı dünya kendinden
diner mi utancın sancısı
Ah! çiçeği bozguna uğratan
her biri narçiçeği tebessüm
size nasıl kıyıyorlar böyle.
En güzel yerinden kıyıyorlar belkide.
Ama acımadan
ama utanmayarak.
Reyna Güneş tarafından 10/21/2016 9:00:35 PM zamanında düzenlenmiştir.