Eprimiş Hüzünler Ardılısarı bir geceliğe benziyordu toprak sıcak sımsıcak yemiş gözlü bir yazdı yanıma yaklaştığını anlamadan uzaklaştı umutlarının tazelenişi acılarımdaki hep son defalıktan toprak ilk defa soyundu ilk gençliğime daha iyi tanıdım akarsuyun nazını sana yaklaştığıma hiç pişman değilim kirpiklerinin çipillenişine ölüm kadar uzak... uzak noktaları merak etmekle geçen ömürde akşam alacasının ani ve keskin batırışları gri hüzünleri gözlerimin bebeklerine uykuyla yaklaştığım mutluluğu anımsamamaktı ve kış günlerini hep sensiz geçirdim içlerinde gelişine yaşanmış odaların kokularında eski kumaşlar gibi ağlayışım hıçkırıklar içinde bir sen misin demek içindi bak işte gelmene ben de hep geldim demek içindi eski kumaşlar kadar ezik yıpranık eprimiş hüzünler ardılı... haber etmedim hiç dileklerine senin için yaşadığımı çocukça bir yalanı yaşamaktı ayrı ayrı tekliğimiz rağmene rağmendik yokuş aşağı kafa üstü öyle ki ayaklarımızın hızına ayak diremedik hiç mi hiç inkar edememdi üstelik kahverengisine değil de bakışlarının kahverengisinin masumca üzerime eğilişine esir oluşumu... ben en güzel özgürlüğümü sende yaşadım bakışlarına esir olma özgürlüğümü oyun çağı çocuklarının yorulmak sevdaları gibi içten doğal hesapsız... (seni düşünürken felsefe yapıyorum seni düşlerken şiir yazıyorum seni anarken roman yazıyorum seni söylerken şarkı söylüyorum en güzel sensizlik benim sensiz sensizliğim) varmışsın gibi yaşıyorum aslında yaşamının sensiz bir yorumunu bulamadım şu anına kadar devamlı ölüşümün... soluğunu nasıl saklıyorum bilsen içimdeki değirmenlerin kanatlarında bir an nefes almasan çarpmaz endişeli kalbim... kağan işçen... |