zemzem
gümüş tellerinde
zamanı örer sera bakışları ötede dalgın düşleri her dem yakarırken dağa yemin edene bir tane evlatcık ister kocamış elleriyle secdede içli içli göz suları göl olur kirpiklerinde göçmen kuşlar gibi geçer ömrü artık kıyamaz ocağının güneşine hoş etmek için onun gönlünü bağrına ateş düşürüp sürer hacer’i ibrahim’in koynuna gel gör ki her an kıskançlık susmaz kükrer içinde dokuz ay on gün sonra ismail gelir dünyaya bahar dalları yeşerir iştahla yağar bereket yüzlerine ansızın bir gün çıka gelir iki melek muştular sera’ya bir evlat nasıl olur ama kuşlar bile güler buna kurumuş damarları suyu çekilmiş bedeni üstelik kısır doksan yaşında bir nine şaka herhalde hayır der melekler Rabbimiz böyle diledi yoktan var etmez mi ah yeter ki istesin karıncayı yaratan toplar günler günleri kesilince sütten ishak artık istemez sera hacer’i zor gelir bu Nebi ‘ye ayırmak birbirinden iki ciğer paresini “iki manevi ırmağı” çaresiz bırakır ana oğulu “kenan ilinin kırk günlük deve yolu kadar güneyinde” kuş konmaz kervan geçmez bir “kıraç arabistan vadisine” tortop olmuş ateş topları yakar kavruk ve kurumuş dudakları ölesiye susuzluk … karanlık bir korku sarar ana yüreğini ya ölürse oğulcuk yardım dilenir kimse yok safa ve merve iki sarp tepe arasında koşar takatsiz nefes nefese tam yedi kere acır Rab ardından seslenir bir melek döner arkasına inanamaz gözlerine fışkırır altında aktopukların kocaman ağızlı berrak bir su uzaktan süzülür ayışığı gönül gençyılmaz |