Garip Anılar
“Bir günün garip-an/ılarına…”
Öyle ıssız bir limanlardan kalkıyoruz Eğilmek binlerce dalgayı kesmek gibi Sözcükler vahiy gibi inmesin boğazdan Uzanmış yatıyor yolculuklar göğün hizasında Uzak bir ülkesin artık kaleleri surları olan… Adın sıcak bir yaz güneşi gibi eriyor Kaldırımların arasındaki izlere inat Yağmur yolunda ayak izlerinin artığı Çamur dansından kurumuş kalıplar Titrek kanatlarını çırpışın yavaşlıyor Sözcükler doldurmuş çatlakları Ne söylesem sana benden arta kalan Hiç bana benzemeyen bir yaprak gibi Süzülüp dağılır alnındaki yazıda Sorular geçmişi sorgularken azılı bir mahkum gibi Kopup gelecek gibisin cevapların ardından… Sana gözlerimin suyundan içirmeliyim Rüyalarındaki kurak çöllerde gezmek için Her gece kumlara koşan yıldızlar gibi Koparak can damarımdan bağlayıp ipi Salınmak gibi suyun içindeki o maviliğe Tutabildiğim kadar ellerine sıkıca bağlanıp Bir bulutu uçurtmaya takmış gibi Çekmeliyim sığ denizlerin ötesine Sığınaklar bulmalı teninde Ücra köşelere sığınmış ağır yaralı heyecanlar Korkularından oluşmuş karanlık bir sokak Yada biraz kirpiklerinin altındaki o sıcak yuvaya Sığınmalı azda olsa sana ruhunun cam tarafına… Belki yollar ayırır bizi ayrılmak için yapılmadı mı Kaç ışıksız gece kıydı bize ruhum tükendi diye Hangi çakıl taşına basıp kırsam dalgalı denizde Bir nasır gibi bağlanmış sargılı şehirler kan ağladı Hangi sessiz sisin içinde yüzler karışmadı ki Toprağa değdiğinde ayak izlerinden daha büyük Yüreklere kafa tutulmadı mı gece gibi gözlerinde Kırılası duvarların içinden çıkartıp cam yürekleri Kırılası çekiçlerin dişleriyle ezip ezip sermedin mi Ayaklarına bir çocuk gibi kırılası gülüşleri Koca duvarların içinden hıçkırık sesleri Bir şimşek gibi değmedi mi alnına yerle bir ettiğinde O tuzla buz olan yüzlerin küllerini basarak yarana… Çizim yanlışı karşılaşmaların uğrak caddesi Merdiven altından geçen hurafe bir isimsin Aşık atılacak kadar geceyi gündüze sallayan Rüzgar olup çöllerin kumunu üstüme taze taze Sıkıp kaçan Bir kaldırım yanı duvarısın üstünde izleri olan Bir çocuk eli iki sevgilinin ayak izi birde ayrılık yarası olan Seni tanımamak mümkün mü Her ayrılan geminin dumanı gözlerinde okunurken… Ateş yakıyor rengim hafif sarı alevler sarmış bulutların eteklerini Seninle tanışan yağmurlu akşamların vedasında Bir hançer gibi sızımdan yaklaşıp usulca kanatan Bir çocuk gibi oturup sohbetinle un ufak közleri uyandıran Rengi soluyor güllerin bahçelerdeki dikenli çitler gibi Her yanımdan kül gibi akıyor sıcaklığın buzu kırar gibi Aklım uykusuz taş yataklara uzanmış Kırık kanadından habersiz kollarım omuzlarıma yük Hangi yarım senin tırnak izlerinin kör sahibi Ne yanımı doldurup bohçama seni bulmaya çıksam… Beni geç artık ruhumun duraklarında yalnızım Saatler beklemekten sarhoş dönmekte Bilirim geçişler ayrılık doğurur yüreğinde Hangi kapının hangi vadinin ardından sırtını çevirmiş Bir kağnı gibi izini yüzüme çalarak gidersin Sabır taşından evler titrerken Adın uzun bir ninni gibi kulaklarımda çalınır Beklemek dağın eteklerindeki taşlar gibi Bulutlara sarılmış içi yangın yeri Açılıp kapanan kapılar bir çare kırık Gelenler gidenlere karışmış kör bir bıçak gibi Sıyırıp sıyırıp sabrımı yüzümden Alnımın ortasını karalar gibi bir kesik bırakıyor İçimde bir boşluk türküsü tütüyor Çizik bakışlarımdaki anlamlar Uzaktan seyre dalmış dudaklarım Susmuş yıldızların kaybolduğu saatlerdeyim Paslı mahzenlerden çıkarılmış idam mahkumlarının Özgürlük nidalarındaki o saklı küllerde Bir ipi sallıyor sanki rüzgar hala bekliyorum Gözlerimden geçmeni… Bilir misin Saklı odalarda köşelere sığınmak nasıldır Bekleyişleri asarak her gün aynı renkte bulmak Okyanus kokusuna dalıp demir parmaklıkların Sıcaklığında ısınmak Gözyaşlarımdan artakalan tuzları biriktirip biriktirip Seni hatırlatan yaralara basmak Arada kuşlara özenip uyumak Taş oyuklara sığınıp yıldızlara el uzatıp avunmak Sesini duyabilmek için hep mutlu gözler takınmak Ucunda sen varsın diyerek bütün mızraklara sığınmak Değişir diye yüzünün anlamı artık bakmaktan korkuyorum Sözcükler fenalaşır değiştirir anlamları bozulur diye Adını söylemekten korkuyorum… Ayaklarıma dolanmış avuçların gibi Bir sandalın öksüz limanlara bağlı boynu bükük Korkar oldum kopup gitmekten Kıyılara vurulmuş denizin özlemlerinde Işık vuran yönlerime basarak bedenimde Ağır acılar taşıyan makaralar çalıştırıyorum Sırrımı sakladığım gamzelerime rüzgar doluşurken Bir yolculuğa çıkmak var yeniden dönmemek üzere… Sözcükler dolanırken dişlerimin arasında Bir zehir gibi nefesim yanıyor Yıkık duvarların arasındaki umut sıkışmış Tünellere sığınak kurmuş bombalar Çiçeklerin içindeki renk mağdur Eski bir bavul gibi yaprakları kapanmış dallarına Kağıtlarda sesler kısık kısık dolanır Artık mevsim gitme zamanına dökülür Üzerinde geçmiş zamanın uykucu satırları Elleri kolları açık bir elbisenin rüzgar seli Sesler kornalar karışmış kulakta Yine sahipsiz leylekler uçmakta gökyüzünde Denizinden kopmuş martılar intihar eder gibi konuyor Yerlere ansızın Ortalık ateş hattında ısınan su gibi Alnımda soğuk bir havadis Yağmur gibi düşüyor kaldırım uçlarına Tırnakları kırılasıca kadın Gözyaşların öldürür gibi üzerimde gezinmekte Kuşlar omuzlarıma konmakta sessiz sedasız Bomboş sokaklar bulutlar intihar etmiş gibi Karanlık basmış sanki kaldırımları Saatler bir ömür tüketir gibi akıyor… Yüzümde çökmüş zamanın izleri Havada birer nem at koşturuyor rüzgar Takvimlerden arta kalan küller Her yüzden akıyor bir anlamsızlık Yağmur aynalara vuruyor gibi Titrek fidanları kıran kırbaç sesi sanki Duvar diplerinde mum alevi sevişmeler Kelebek kanadındaki umut yük gibi ağır Gecelerin düşleri musluk gibi oluk oluk Dumansız evlerin bacalarından akıyor yalnızlık Boş sokakları adımlayan cebi delik bir adam Ayak seslerini vura vura koşuyor Ceketin ceplerinde yaşanmış hayat kırıntıları Bir sigarayı yakan kibrit alevinde ısınmak Gözlerinde usul usul uyuyan bir bebek Yine kapanmış mektuplar… Yine ölüme göz kırpıyorum işte Az biraz sensiz bakışmalarımız aldatır seni Yaşamayı hatırlıyorum şu meyhane sabahlarında İçkinin yanındaki resimlerin ağlamış yüzünde Kuşları uçuran rüzgara kanatlarımı açmışım Gözümde bir ay kesiği yol Yine tutukluk yaptı dilim bir kağıda sardım Ne kaldıysa sahilde kuşlara atmadığım Yaktım ucundan ellerim titrek bir ceylan gibi Yaralı yorgun vücuduna isabet etmekte kurşunlar Ağzı dolu bir çekiçle vuruyorum sanki gözlerime Açılsalar bir kıvılcım gibi çakarak fırlasa aniden Resimlere karışan boyalarda kan kırmızısı güneş Oysa erken ölmek kadere sızmış sayfaların arasından Gece çalıkların arasındaki seslerin ezgileriyle Ölüme hazırlayacak bir haber bekledim Şişeleri devirip devirip bir imdat çığlığı gibi Yüzdürdüm tenimde Kapıların açık aralıklarından sızar gibi çıktı gölgem… Belki son bir ateş tetiğin ucunda avuçlarım Kuytu köşelerden içimden bir ah yükselir Semaya vurur gibi saçları gece siyahından bir örgü Güneş sızmış odanın aydınlığına Kanımı çeken bir boşluk duvarın arasında Sarhoş dönüyor yine dünya keyifte Acına tutundum bir cam ötesinden Yağmur gibi camları eskite eskite Ansızın şarkılar çaldım dudaklarından Çığlıkları bastıran o korkuların yüzünden Kaç güle kıydım o tebessüm düşmesin diye Kaç sesi düğümledim inmek için gözlerinden Hangi omuza yaslansan dağ gibi derin İhtimalleri asıp kapının yanındaki askıya Bırakıp giderken kırık senli acıları boğazımda Birleşmeyen anılar bıraktım Aşklar coğrafyasında kayıp izlerimin ardına Yine koptu acılar dikilmiş yaralardan İhtimaller su yüzüne çıkarken Yine bir hayatlık nefes kaldı Acıları çekmek için Bir günün garip anılarına… //Se |
Saygılarımla...