Sustum
Sustum
Gece yarısı ayaklarımda bir mum Güneş kızılı bir çiçek gibi solmakta Sabah ışıklarından bir sınır gözlerimde Ve gözlerinden başladım kendimi bulmaya Gökyüzü ve yeryüzünün arasında bir ip Boynumda saçlarından başlayan bir ölüm Kalemin ucu sivri bir mızrak gibi uzun Bir kağıdın ön yüzünden sana koşmalar Diğer bir yüzünden uzaklaşan bir elveda Yorulmuş bir masanın yüzünde gölgeler İçi boş bir bardak ve kırık yüzler Duvarların arasına sıkışmış bir rüzgar Hasretin eskittiği bir iğne ucu aralık Adımlarının arasında açık kapılar Ve düşünceli resimlerden arta kalan bakışlar Silah zoru bir bekleyiş ve çatık kaşlar Dilimde susmuş bir türkü sana dair Notaların arasında koşan bir adam Ayaklarıma zamanın zinciri dolanmış Göğsümde göz ucu bir aralık Üşüyor koca bir şehir nefessiz Ayak izlerim şehrin çatılarında uçuşmakta Denizin kollarından şehre sığınıyor kuşlar Ve gitmekte o kirpiklerinden yapılma gemiler Çığlıklarım ıssız bir evin kör dumanı Ve ay ışığının altında gölgeleri büyük yalanlar Sevmeye yeltenince bitiyor bütün ihtimaller… Sustum Bir ağacın kızıl yapraklarında ve devamı sonbahar Sen jilet gibi keskin yanımdan ayrılmaktasın Suya karışıyor habersiz çekip gitmeler Göğsünde geçilmez bir yol gece devrilmiş üzerine Bir yürek dalından düşerek intihar havasında Sessizlik kol geziyor avuçlarımın aralıklarında Sırtımda yüklü bir boşluk Ve arkamda gözleri dolu bulutlar Dilimden sıçramakta geceye bir kıvılcım Alnından vurulmuş gibi saçlarını sallıyor ağaçlar Gecenin kalp atışlarında ince bir sokak arasındayım Seni düşündüm yine kaldırımlar gibi paramparça Üstünü örtüyor bu şehir ışıklar kapanırken Soğuk bir su gibi köşe başlarında yalnızlık Suretin yeni başlayan bir yağmur birikintisinde Sokak lambaları gibi boynu bükük gölgelerin Bu yana devrilen bir şehrin ayakları altında Sıska mektuplardan bir satır arası sığınak Kurumuş gözyaşımın değdiği tablolarda boyalar Zaman gençliğini aldığında elinden Bir duvar resminden farksız bir yüzün olmadığında Kalbinin arasına ayrılık sıkıştırdığında Binaların arasından ayaklanmış bir toz bulutu gibi Işığın söndüğü yana çevir gündüz ışıkları Solan bir günün devrildiği cam tarafına Sustuğunda görülmüyor insan nede olsa… Sustum Dört köşeli bir camdan kafes çıkışın Sarı bir duman altı gökyüzü siması Silik dudaklarımdan firari bir yüzün kaçmakta Geceyi bölen kısmım toprak kokusuna karışır Gözlerin kızgın bir demir gibi demiri işlemekte Bileklerimde şekilsiz bir suçluluk Ve bedenim dört duvar arası bir hayat öğünü Yağmurdan henüz ayrılmış bir ağaç bedenin Küllerin arasından çıkıyor yüzüm Bir yol üstü rüzgar alır getirir seni Darağacı manzaralı pencereme Kokun kelebek kanatlarına yayılmış bir renk Gece sürmesi kirpiklerinden akıyor yıldızlar Bir üç demir çizilmiş pençenin dudakları arasına Konuşmalar sensiz yasaksın ay ışığında geceye Bir esinti gölgelerin içinden ve ağaç diplerinden Susamış bir ömrün çölüne düşen bulut gibi Yüreğinde kocaman bir seraptan arta kalmışız Yüzümde rengi kalmamış sakallardan Ve içi boş ellerimden bir toz gibi zaman Akıp gidiyor Sustuğunda en çok insan… Sen Sustuğum kadın Beni bir şehrin kalbinden söküp koparan Ve ellerimi tren rayları üzerinde unutmama sebep Ve içi boş bir bardağı vurarak yüzümü kıran Açık bir kapı bırak ardında yüreğim gibi Bırak mum alevi eritsin bedenimi Kızıl bir merdiven basamağı gibi yan Yanan avuçlarımda son bir pay Yan kül gibi yan… //Se |