ölüm/süz söz. hangi akıl hangi felsefe yazabilir bu yolculuğu ... somut bir çatlaktan sızıyor soyut karanlıklar ve zaferi kazanan gölge oluyor harikalar diyarında geçişi olmayan renklerde tuvalin rahmini paylaşırken siyah ve beyaz yalnız ölüyor alnından vurulan pembe rüyalar siyah yüzlü oyunlar oynuyor boşluk eksik ve mutsuz çocuklar doğuyor içi boşaltılmış ruhla yepyeni bir gün görememişken henüz aklımın en karanlık köşelerine itiyorum sözleri ve elleri kırılası imgelerle keskin dilli düşlerle yazılıyor cenaze şiirleri ilginç ki gökyüzü maviliğini unuttu o gün göğsüme vuran rüzgarla topladım yağmurları hayat en güzel şarkılarını söylerken dünyanın yüzüne yaslanıyor çocukluğum mühürleri öptüğünde dudaklarım ölüm için can veriyor cehennem ateşleri gülümserken acı dileyen mor dudaklarda çiçeklerin olmadığı bu yolda cennet yoktu sonsuzluğu mırıldanıyordu notalar buğulanan şafakla sis yağdıkça duvarlara hüzün yazıyor intiharlar martı perçemlerinde uyanıyor sabah tütün renginde bakıyor güneş ayyaş denizi kucaklıyor yalnızlığım biliyor musun bildiğin renkte sızıyor kan karanlık kirpiklerimden kutsanan gözyaşı kutusuna saklanıyor her damla gördüğüm tek benim aynada derin bir gülümseme yerleştiğinde yüzüme kilitlendiğinde gözlerim gözlerime dokunuyorum parmak uçlarıma nefesim buğusuyla yazıyor senden büyük sanatkar yok Ya Rab ve bir kadın doğuyor alacakaranlık uykularda boşluğa uçan suskun kanatlarında . 160300 |
Bu şiire hangi taraftan bakarsak bakalım aynı yüzü göreceğiz.
gözlerimiz aynı ve şiir aynı şiir. tek farklı olansa ruh’tur ve o ruh şuan içimizde bir yerde bizi bekliyor ya da uyandırılmayı.
evet girişimizi haddimizi aşarak yapalım istedik- abarttım demiyorum-.
bu şiir, dört yıl önce yazılmasına rağmen o kadar yeni görünüyor ki, sıcak bir ten gibi sıcacık
-aslında burada ten yerine ölü’yü kullanacaktım, ama hiç ölüye dokunmadığımdan bunu uygun gördüm-.cesaret edemedim sanırım.
her şeye rağmen daha ilk dize de bir yolculuk’ içinde olacağımızın muştusunu veriyor olsa bile hiçbir büyüsünü bozmuyor şiirin.
bekletmek âdetimiz değil, yoldayız.
‘’somut bir çatlaktan sızıyor soyut karanlıklar’’
somut olan bir çatlak ve soyut karanlık. somut ile soyut’un sırf tezatlık olsun diye kullandığını söylemek haksızlık olur şiir sahibine.
o zaman nasıl okumalıyız. ‘ölüm ile yaşamak’ gibi. çatlaklardan sızan karanlıksa ve karanlığın rengi su ve suyun rengi ölüm olduğuna
göre daha ne diye soru sorarak kendimizi kışkırtıyoruz ki, beyhude bir çaba içine girerek.
yolculuk’a devam;
‘’zaferi kazanan gölge oluyor harikalar diyarında’’
gölgeler ve sûretler. sûretleri ‘insan’ olarak naçizane kabul ediyorum ve gölgeyi de ölüm. şöyle bir boşluk bırakıp şunu desek
acaba haddimizi aştığımızı söyler misiniz: ‘’Kaf suresi 16. ayeti mealen şöyledir: Allah kullarına yani bize hitâben,
"Ben size şah damarınızdan daha yakınım’’. şimdi boşluğu örtelim ve tekrar kaldığımız yere dönelim, bir nevi çemberin içine.
sadece bir soru: gölgeler ne kadar yakın bize? o halde gölge biraz da insandır diyebilir miyiz? sesimizi kısıyoruz biraz,
çünkü uzaklarda bazı sesler yankılanmaya başladı. ikinci bölümle yolumuza devam edelim şimdi;
‘’geçişi olmayan renklerde
tuvalin rahmini paylaşırken siyah ve beyaz ‘’
‘’şaşırmayınız, elbette ölümün de renkleri var.
çeşitleri var çünkü. ölümler var.’’ der dücane cündioğlu. nereden geldik mi ölüme? renklere bakalım.
‘’rengârenk ölümler: beyaz, kırmızı, yeşil ve siyah.’’ yukarıda karanlığın renginin ölüm olduğunu sayıklamıştık.
geriye kaldı üç renk. doğrusu biraz ağır bastı, biraz sessizlik. anlamaya çalışıyoruz.
‘’içi boşaltılmış ruhla
yepyeni bir gün görememişken henüz
aklımın en karanlık köşelerine itiyorum sözleri’’
üçüncü bölüm; bizi tüm çıplaklığıyla karşılıyor. içimizde bir ruh’un varlığından bahsetmiştik. aslında öyle söylemek zorunda kaldık.
oysa şimdi ise içi boşaltılmış bir ruh mevzubahis. İçinde kim var o ruh’un? cevabı siz verdiğine göre bize de susmak düşer.
ama tamamen değil, sadece sizinle konuşmayı kesiyoruz. aklımız karışık; çünkü aklımızdan zorumuz var.
buraya kadar her şey uyum içinde. keyfimiz dorukta.
ama
‘’ve elleri kırılası imgelerle
keskin dilli düşlerle
yazılıyor cenaze şiirleri’’
hepimizin burada bir işaret veriliyor. bekleyen beklemeyen ama herkesin. ‘’en azından üstad İsmet Özel gibi umutsuz değiliz,
en azından şimdilik: ‘’Kimseden bir işaret gelmeyecek bir melek kimsenin alnını sıvazlamasa’’. bize bir işaret geldi.
meleklerin gelmesini bekliyoruz. âmadeyiz zira. çok güçlü. çok kışkırtıcı imgeler.
bir sonraki bölümde her şey alenen ortada. ve söylediklerini teyit ediyor.
özellikle: ‘’ölüm için can veriyor cehennem ateşleri ‘’ şöyle bir soru sormak hakkımız olmalı:
cehennem mi ölüm için yoksa ölüm cehennem için? sorduk ve inimize çekiliyoruz. ama susmuyoruz...
yine akışı bozmayan bir bölümdü.
yalnız bundan sonraki bölüm maalesef o akıcılığa çomak sokmuş. sanki burası da tam olsaydı, kıyamet kopacaktı,
bu yüzden biraz kıstık sesimizi. zaten etrafı dağıttınız der gibi bakıyor suratımıza şiir. şu anlaşılmasın ama, şiir çolak olmadı.
sadece burada taraklandı yüzümüz o kadar… bizce.
‘’biliyor musun’’
bilmek ıztırap veriyor ne yazık ki…ama bir yere kadar. peki kim biliyor? talibin derviş’ine kulak verelim yine:
ızdırap veren sorudur, cevap değil. cevaplar yatıştırır, sorular kışkırtır.
‘’senden büyük sanatkar yok Ya Rab’’
O halde ne diye bu kadar cerbeze yaptık biri söylesin!..
huzursuzuz.