Yaralı Parantezlerde Yaşam
Oysa ki ölüm bir dengenin terazisi,
Sığmaz mezar taşına ağırlığım, Bir kelimenin ortasında sızmış bir sesim sadece, Ağır mı gelir diyorsun yokluğum? Ne tuhaf, gök delinse bile, Yağmur bir bedel gibi öder kendini toprağa. Ve kalbim, şu yıkık dükkan, Hiç kapanmaz vitrinleri kırık bir sokakta. Bir çocuk, taş gibi sıkı bir öfkeyle, Çarpar kelimeleri suskun bir duvara. Duvar, ki inadıyla yaşar; Ama çocuk, yenilir, yine de yenilmez. Başkaldırıyorum. Ama nereye, kime? Bir sigara dumanının arasında unuttuğum düşlere mi, Yoksa yalnızlığımı kelepçelediğim bileklerime mi? Hangi ses kurtarır ki beni bu isyanın suskunluğundan? Hürriyet mi dedin? Hürriyet, bir annenin saçlarına sinmiş keder, Ve çocukluğun karanlık bir köşede sıkışmış yankısı. Aşk, o kanayan yara, Bir bıçağın ucu kadar keskin ve kaygan. Oysa, adaleti kokluyorum her sabah, Ekmek gibi taze, Ama boğazımdan geçmeyen bir dilim karanlık. Ben, ki herkes kadar insan, Ve biraz fazla taş. Gözyaşı bir damla değil, Bir ömre sığmayan isyan. Bir dağ tepesinde unutulmuş ayak izleri gibi, Hiçbir yere çıkmayan bir yol çizer kader. Ama yürürüz Çünkü düşmek, bir varoluş provasıdır, Ve kalkmak, alkışsız bir zafer. Haykırıyorum, evet Ölüm, bir virgül, Yaşam, başıboş bir paragraf. Ama şiir? Şiir, o ince kırılganlık. Ellerinle dokunamazsın ama hissedersin Başkaldıran her dizede, Bir devrim ateşi, Bir kömür karası umut. İşte, şiir de budur. Kendini parçala, Ama sakın unutma. Her kırılan yer, Yeni bir dünyanın haritasıdır. |
O karanlik yuttu hürriyetleri...
Ne güzel yeniden okumak
Selam