sis perdeleri aralandığında
.
çoklu sokaklarda çoklu yürüyüşlerdi hayat… göğün balkonları sırlarla bezeneli tarihsiz yıldızlar dolardı odalara hangi kadeh kalksa şerefe yüzleri çamura batan hayaletti kırgınlıklar dilim de renksiz nakaratken söz kendine uzak kendine ağır yüktü omuzlar tek damla sağanak sağanak dolarken boşluğa kendiyle dertleşen geceden İlâh kan olup akarken en bildik sese uykusu kaçmıştı eski tanrıların putlarınız paramparça dağılmış umuttu sesi kendine yabancı dillerden sis perdeleri aralandığında maskeleriniz nerede ruhu olmayan bedenler ki parmak izleriniz tenimde ki çürümeyecek silinmeyecek sonsuza dek şahit benimle kızıla döndüğünde an tükürdüğünde zehrini bilmediğim tuzakları düşürürse önüme ben duymadan çal ruhun karanlığını dağ çiçekleri solusun son nefesimi çık ölüm saklandığın kuytulardan çığlıktan yaratılan kudurmuş bir okyanus gibi gel gel ki sinlere saklansın göğsüm ve cesetler ile dolu bir labirentte dönüp bakabildiğinde kalabalığa kurulan köprü de pişmanlık dile bile gelse zaman sende kalmayacak saatler kendini kırarken her kes gibi bilsem de çürümüşlüğün kokusunu genzim tıkalıdır artık geçmiş kokulara çıkış ne tarafta güneşin denizden doğduğu şehirde |
Bildirim sayesinde okudum şiiri. Ve iyi ki ;)
Sevgimle.