Hafızanın Kırıkları
Gölgelerin dilini öğreniyorum,
her sabah aynı pencerede, ardında sırlarını saklayan ağaçlar, ve buğusuyla konuşan fincan. Bir çocuk gülüşü düşüyor sokaklara, rüzgâr savuruyor yankısını. Bilmiyor henüz, bütün şarkılar yarım kalır, bütün kahkahalar bir gün susar. Penceremin kenarına ilişen bu şehir, bana eski bir kitabın kokusunu getiriyor, karıştırılmış ama okunmamış cümlelerle dolu. Bir köşesinde yalnızlık var, ince, keskin bir bıçak gibi kesiyor. Şimdi, gölgelerle dolu bir masada oturuyorum. Fincanın kenarından dökülen duman, bana bilmediğim kıtaları anlatıyor. Ama hangi rüzgâr götürür beni, hangi yelken taşır bu ağırlığı? Her gece, yıldızların sessiz tuzunu serpiyor üzerime gökyüzü. İnsan biraz gölge, biraz ışık biriktiriyor teninde, ve her gölge, bir başka ağırlığın yankısı. Gölgeler diyorum, bazen bir hatıra, bazen eksik bir kelime. Hayat, gölgenin tuzunu yutmayı öğrenmekmiş. Ve sonra, bir çocuğun gülüşünde kaybolmak. |