Zamanı Öpsen de Unutmaz
Bu gece mezar taşlarını dinledim.
Sessizlik, sigarasını yere bastırdı, külleri ciğerime doldu. “Buradayız hâlâ” dedi taşlar, ama dudakları alayla kıvrıldı sanki. Buradayız, dedi. Ama burası neresi? Kelimelerin uçurumdan düştüğü, yankı yerine sessizliğin çınladığı bir yer mi? Zaman yosunlanmış bir suç ortağı gibi taşları sırtlanmış, eski isimleri silmiş, yenilerini yazmayı unuttu. Bir taşın dilinden ne çıkarabilirsin ki, bu gece? Kendi yüzümü okudum taşlarda: silinmiş, soyulmuş, unutulmuş. Bir zamanlar hikâye olan her şey, şimdi yalnızca ağırlık. “Vefa” dedim. Bu kelime boğazımı yaktı, taşlara çarpıp yere düştü, paramparça. Taşların umurunda mı? Değil. Vefa, bu gece soğuk bir taş kadar sert. Hafiflik çağında yaşıyoruz, hatırlamak yasak. Herkes unutuyor, çünkü unutmak en ucuz kaçış. Hatıralar, damarlarımızdaki bir uyuşukluk şimdi, yavaş yavaş bizi terk eden bir pusu. Sonra bir taşın dibine oturdum. “Tam burası” dedim. “Buradan daha güzel bir yokluk olamaz.” Kendi mezarımı seçtim bu gece. Bazen insan kendi gölgesine bile gömülmek istiyor. Taş kadar sessiz bir şey olmayı arzuluyor, kendini hayattan çekip, toprağa biraz daha yakın durmayı. Yaşamak, ölmeden önce kendine bir mezar aramak belki de. Parmaklarım taşın yüzünde gezinirken, bir yankı aradım. “Seninle anlaşabiliriz” dedim ona. Ama taş, bir sevgili gibi sustu. Sessizlik, bu gece tek cevaptı. “Bana ait olabilirsin” dedim. “Ama kimse bunu hatırlamayacak. Seni de, beni de.” Vefa, bu gece içime bir taş gibi çöktü. İnsan önce kendine duyduğu vefayı mı unutur, başkalarına duyduğunu mu? Ama bu sorular da çoktan öldü. Taşların sabrı, insanların ihanetlerinden daha gerçek. Bu gece taş sustu, ben sustum. Belki de dünyanın en dürüst sohbetiydi bu. Ölüler bizi mi özlüyor, biz mi ölüleri? Yoksa herkes kendi hayaletini mi yaratıyor bu hayatta? Gölgelerimiz, bu gece kimseye ait olmadığımızı fısıldadı. Sessizlik, bütün cevapları gömdü; nerede olduklarını bile unuttuk. |