0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
23
Okunma
“AŞKIN EN KARANLIK ATEŞİNDE”
Seni sevmek…
Bir ömrü tek bir nefese sığdırmak gibi.
Hangi dağa yaslansam düşüyordu,
hangi gecede uyusam uyanıyordum
karanlığın içindeki sesine.
Çünkü sen,
kayıp bir çağın unutulmuş tanrıçası gibi
ruhumu dizlerinin önüne yatırdın.
Ben, o günden beri
yaktığın ateşten başka hiçbir ateşte
ısınamadım.
Yanmak dedin de ben—
ben yanmanın anlamını senle öğrendim.
Aşkın öyle bir yangındı ki,
küllerim bile sana doğru uçtu.
Yandıkça çoğaldım,
çoğaldıkça sana yaklaştım;
aşkın ateşi insanı öldürmezmiş meğer,
yarım kalmış ruhunu tamamlar,
ben bunu sende gördüm.
Hüzün mü?
Ah sevgilim…
Hüzün, senin yokluğunla konuşmayı öğrenmiş
bir çocuğun titreyen sesidir içimde.
Adını söylerken bile
dudaklarımın kenarında bir sızı belirir;
çünkü sensiz olmak
insanın kendi gölgesiyle kavga etmesi gibi
çürütür beni.
Ben seni düşünürken
gecenin bile rengi değişiyor.
Ay daha alçak doğuyor,
yıldızlar daha sessiz yanıyor;
sanki gökyüzü bile
senin adını kalbimden çaldığımı biliyor.
Ve sonra bir an geliyor—
aşk, gözlerimde bir tufan olup taşıyor.
Kalbim dağlara çarpıyor,
zaman diz çöker,
rüzgâr ritmini kaybediyor.
Sanki evren bile
bizim sevdadan geri adım atmamızı bekliyor.
Ama etmiyoruz.
Etmeyeceğiz.
Aşk dediğin şey,
iki yüreğin bütün dünyaya karşı tutunduğu
kanlı bir destandır.
Senin için savaşırım.
Karanlığa kafa tutar,
yalnızlığı boğarım.
Bin yıl geçse,
bin acı düşse üzerime,
yine de seni seçerim.
Çünkü ben sadece seni sevmiyorum—
sende kendimi, kaderimi, ömrümü,
yanmayı ve dirilmeyi seçiyorum.
Ve bil ki sevgilim,
seninle başlayan bu destan
göklerin bile yazmaya cesaret edemediği
kadar büyük bir yangın.
Ben o yangının içinde
yanarak değil,
külümden yeniden doğarak
yaşıyorum.
Çünkü aşk—
biz yanmayı göze aldığımız için
ölümsüzdür.