10
Yorum
39
Beğeni
5,0
Puan
618
Okunma
Bir gün durursa gündüz vakti,
gökte donuk bir çizgiye kıvrılır hatıramız.
Süzülür mu‘teber an,
Çivili aynalar misali saklar orman,
gölgesinde yitip gider yüzümüzün hududu.
İçimizde döner mihver,
Işıldamış bir midyenin
sürgün kabuğunda buluruz
inciyi
Göğsümüzde çoğalan vahâ,
soğuk bir bakışla örülmüş sınır
üşüyorum.
Dokunduğumuz buğuda
kansız bir düşün kıyısı,
ve kin
göçebe çağlardan kalma bir kor,
bir mağarada unutulmuş.
Yer, kendi etrafında dönerken
fısıltılar sarar dilimizi,
tılsımlı bir nehir gibi akar söz.
Duyanlar,
kelimeyi örer gizliden,
Ay, bir uğultunun sırtında yükselir.
Gündüz
sadakatin içi boşalmış kabuğu.
Ve zaman,
boğazımızda kımıldamayan bir volkan.
ahd-i mübarek.
Yazı soluyabilirsek eğer,
yine de yakma dışındaki yelkeni.
Kırık bir saatin yelkeniydik
Hep aynı yerde unutulduk.
Elim yaklaşırsa kuyunun eşiğine,
şaşırmış ibre kuzeyi gösterir belki.
Ama sen
dolu defterlerin ortasına yaz unutkanlığın mürurunu.
Kapılar önünde gölge gibi süzülen hatıra ol,
hatırlansa bile
sapla kendini toprağa.
Çünkü dışındaki yelken
hâlâ kıpırdamaz.
Bir gün götürürlerse beni,
ellerim dolu,
gizli sulara kapalıyken
bilmediğin sayfaların sonunda
alnımdan süzülen cebrân taşıyla unut beni.
Toprağa saklama yüzünü.
İnsan, yalnızlıkta da
müstahkemdir bazen.
Sormadan, beklemeden
kal.
Bir tılsım daha üfle
kıpırdat rüzgârı dışındaki yelkene.
5.0
100% (10)