Dostlarımızın bize gösterdiği sevgiyi abartmamız, duyduğumuz minnetten değil, takdire ve sevilmeye ne kadar layık olduğumuzu herkese göstermek içindir. LA ROCHEFAUCAULD
Paylaş
geçmişle kurduğun bir bağ kağnı sesi çıkarabilir bazen boyunsuz heykelleri andırır yüksek sesle sustuğunda insan ters düşen bir aynada tanrısıyla bayrak yarışında vazgeçilmezliğini tartışırız hayatın makine parçaları gibidir biraz paslı sesimiz
oysa ervah bir garip seyyah kemiksiz ve yumuşacık eli gül kokusu (s.a) eli kavun eli amber eli menekşe yasemin ve karanfil, küsmese kalbinde varım nar
birbiriyle karışan ekmek içi kavga yeni filizlenen kökten küflense buğday ambara gizlenmiş ruhun hamuru rahatlıkla uzanan tırnakların arasında ziyafet zengini züğürt dünya zebani aratmaz bu sağırlık silinmeyen camların ardında mutsuz perdeler görmenin kadrajında çöl ve deniz uçsuz bucaksız sadrın içinde kendine kilit kendine anahtar
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
seyahat şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
seyahat şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Şiiri okuyup bekledim daha da bekleyebilirdim. Ne var ki niyet okuyucu değiliz hiçbirimiz sadece şiirin bizde yansıması neyse onu dillendiriyoruz. Güle kendi vechesinden bakmış ve onun bakış açısı beni hep etkiliyor.
Şiirinizden sonra
belki böyle değil öyle de değil az hırçın az buruk büyümek öyküsü, gibi geldi.
Andan çok önceydi, çok eski, seneler önce siyah beyazdan önce buzul devrinden çokkkk sonra Zamanın ne güzel dudakları vardı şiir dökülüverirdi çavlanlarından bir baksa ışık dökülürdü her biri gök yakut
Eski zaman, akacak gibi duruyor kokusu dokunduğu yerlerde yeşeren şey son bir gayret iki dudak sus pus şimdi belki dün belki daha önceki zamanlara ait sır
"oysa ervah bir garip seyyah kemiksiz ve yumuşacık eli gül kokusu (s.a) eli kavun eli amber eli menekşe yasemin ve karanfil, küsmese kalbinde varım nar"
Ne denilebilir alıp götürüyor çöl akşamlarına.
Ekmek içi kavga, gözlerim doldu boğazıma bin ton oturdu. Sus dedi.
Aslında alıntıladığınız bölüm şiirin omurgası, şiirin kalbi, şiirin ayakları ve,,
geriye kalansa koskoca bir sorgu, kendime dair ve hep kendimle verdiğim hesaplaşmalarım, nefes alış verişlerim, hayatın içine karışıp karışıp kenarda kalışlarım, ardından bir kıyıya bir ceset gibi vuruşu aciz bedenimin... göğü selamlayışı, göğe hayran kalışı, karanlıkta, ışık olunca renklerin ruhuma sirayet edişi en çok da...
yani yüzüm, yani sözüm, yani hep kendini sigaya çekişlerim, hep özüme ettiğim hitaplarım hep kendimle önsözde verilmiş bir kavga ve dönüp dönüp yeniden okuyuşlarım.
Değerli katkınız için çok teşekkür ederim Sevgili Sine Ezhar, Sevgilerimle.
ciddi ciddi kirli camları mutsuzlukla ya da ruhsal durumla -bilhassa kadınların- ilişkilendiriyorum ve işin kötü tarafı bazı camlarda perde de yok. perdenin gözüme perdesini çekip kiri kotarması varken, her lekenin yağmurla sıvanıp parçalanmış uzuvlarıyla olan günlük göz temasımız sürüyor. yıkanma vakti gelmiş arabaların camlarında okurdum bazen 'yıka beni!' diye, çocuklar camların üstüne yazsa şimdi 'sil beni!' diye ona bile anlam yükler, fotoğrafını çekerim, öyle her şeyde bir farkındalık bekliyorum. biri eyleme geçsin, biri bir kıvılcım tutuştursun, biri de gıkını çıkarsın, öncülük etsin uyuyanlara...
yeni yeni tek tük konuşmaya başladım ama, yüksek sesle susan tarafım ağır basıyor. otobandaki asfalt gibiyim biraz, hem sert beton, hem de çatlakların önüne geçemeyen yılların yıpranmışlığı var üstümde.
p.s: camları sadece kadınlar silecek klişesine de karşıyım ayrıca ve bütün iş dağılımındaki genel görüşüm böyle...
şiirinde de böyle damarıma basan bi şeyler var. paslı sesimi önce zımparalıyor, sonra da cilasını vurup parlatıyor.
Öyle bir acı ile sınanır ki insan bazen, göklere yükselen bir suskunluğu adeta içini parçalayarak bağırır. Gündüzün içinde gece kuşu gibi çırpınır; kanatları yine ses tellerine takılır. Bunu şuna benzetiyorum: Nasıl ki bir insan hastalandığında ilk olarak ağız tadı gider ve iştahı kesilir; bir acı ile karşılaşınca da böyle bir durum hasıl olur. Acıyla baş edebilmenin çaresini susmakta bulur.