ateşli göğün öfkesi
özlemlerimiz koca bir dağ gibi
birikmiş yüreklerimizde katre katre gurbet döküyor bana uzaktan bakan gözlerin ben sulusepken aciziyim sensiz geçen hercai gecelerimin rüzgarlar yazsa da muştusunda gelişini en ön sıraya iki dağı yararcasına gözesinden oluk oluk akan berrak su olup doldursan içimdeki sana kuruyan nehirlerimi serpilirdin her yanıma tozaklarınla bertaraf edip söndúrürdün içimdeki kül tutmayan ateşleri beni hiç terk etmeyen vefalı hayalin her gün oynatır yüreğimi yerinden kendini nereye atacağını bilmeyen bir kaçak gibi saklanırım yalnızlığımın arkasına gurbetin uzayan saçlarına tutunup ne sen geldin ne de ben gittim yanına ayrı ayrı topraklarda temel atmış yüreklerimiz birikmiş söylemlerimiz avurtlarımızda canhıraş bir sesle irkilir kirpiklerimiz birbirimizin yoksunluğuna sağanak düşer ateşli göğün öfkesi en hoyrat rüzgarın keskisi bıçak gibi keserdi sana gönderdiğim düşlerimi o düşlerde neler vardı oysa bir görseydin ardında kalan sana esrik sana meczup hallerimi rüzgarın koynuna uzanıp gelirdin bilirim yabancı bir ten’mişsin gibi önce bakınırdım göz ucuyla sana dalıp giderdim gözlerine dokunurdum tepeden tırnağa sana bakışlarımla bilirsin her yer her şey sen olurdu bu mekanda oysa şimdi bütün filikalar gibi aklım alarga gözlerim banılmış tuz yangınlarına senin diyarların bir yarım ada benimse güneş yüzü görmemiş dünyanın arkasında saklı karanlığa mahkum ıssız bir ada Hülya Çelik |