Siyah Topuktoz duman şehrin huysuz gövdeli çamurunda giz suyun sakladığı ıssızlık yürek yarası kuyuların.. düşü sessizlikle uyuyan dudakların toprağıyla uzanıyorum yıldızlı göğün gün sabahına.. g/özümün gürültüsünde ağaç haritası derinleştirirken uçurumları ayazda sevdaya duran tan gibi doğrul ey kalbim. efsunlu avuçlarında nar azade gecenin güverteli lav’ı biliyorum ayrılıkları dilime ürken durakları ve içimdeki çocuğu buz tırnaklarında dünyanın kan karanlığı öncesiyle yıkanan siyah topuk ki boşluğun kırmızısına giydirilen düş atı yolları bir aynayla kendimi tanımakta kanat incisi tekrarları martı melekleriyle.. susmanın gölgesine vuran göç bedenler her takvim iklim geçirir iliğime gizli pencerenin nehrine vururum y/üzümü birbirini bekleyen kıyılar Ya da duyguları biçimlenen döngüler gibi bir yerdeyiz işte devrederken karanlığı kim var ki dünyaya kalan olduğum kadar tohum bırakıyorum sandığa gökyüzünün uçurtmalı tepeleri yol soluğu çadırlı rüzgarların iyi bildiği tarihin göğsünde ay omuzum yanık fısıltıların sabır bezesinde bozkırların doruk kuşları bir ağızlık tesbihime k/ovulmuş ne varsa amenna Ay bekliyor bizi.. |
Biteviye döner başım azgın bir anaforda apansız...
Kim kalır geriye, "güneşe göç var da kalan biz miyiz"
Macera kadim, yara alacası...
Yekpare acıydı, doğru; bölündü sonra bin parçaya...
Ve ben dağıldıkça dağıldım, balirsiz maceraya...
Çok saygımla.