matilda (II)neresinden başlasam kendimin ömrümün yırtık libâsını anlatmaya matilda hem hangi terzi bunca mâhirdir ki bir yüreğin söküklerini onarmada paramparça yaradandan b’aşka tutup söksem yıldızları gökten bastırsam yaralarımın kabuklarına saklamaya çalışsam kandan parıltıları gözlerimdeki hüznü örtebilecek bir gök bulunur mu ki matilda gündür gelir yaşlı bir sahafın titrek ellerinde eski bir kitapta sararmış mühür dağıtan gözyaşlarım dile gelir ve sana dair sakladığım inciler dökülür bir bir ben sana gökyüzü kendime uçurumdum çığlık çığlık filizlenirken sen içimdin susarak yok olmayı öğrendiğim ninemin çeyiz sandığında unutulmuş bilge dedemin günlüğünden devşirdiğim bilmem hatırlar mısın ‘’ağlama diyordun ağlama’’ hasret kokan mektubunda öyle ısmarlama ‘’ağlama’’ demek merhem olabilir mi en acı tütünün bile kâr etmediği asırlık yaralarıma matilda dağındım d a ğ ı l d ı m artık kaynağı kurumuş bir ırmağım ‘’sana sığınak kendime sağanağım’’ var olanı ve var olacak olanı çürüten zaman çürüyor soluğumda matilda çağdaş olamadım belki çağdışı sevdim modern zamanların ötesinde bütün ilkelliğimle tutundum acılarına matilda gün geldi katran geceler içtim konuştum yaralarımla şiirler kustum azap odalarında taze bir ölü gibi sustum biraz adem biraz yusuf’tum ne havva olmanı bekledim senden ne de züleyha ayet ayet nakşettim ruhunu ruhuma -hikayeler anlattım- dinden,mitolojiden Muhammed’den,Nemrut’tan İsa’dan,Barsisa’dan dağların ardından güneşin çocuklarının yolladığı selamlardan uzak yolları gözleyen ciğeri ağzında annemden henüz çocukken bana biçilen kefenden benliğimi sarıp sarmalayan en çok da senden cehennemi yaşatsan da gidemememden hayırsızımdın hayır hayır sakın yanlış anlama hayır, sızımdın saçlarını tütün kokan ellerimle sabırla ördüğüm ay parçası kızımdın duvarda unutulmuş şiir işlemeli çalamadığım sazımdın kederde çoğum kaderde azımdın gözleri şarabım olan bir çift üzümdün beni benden çalan gönül hırsızımdın yokuşta düzüm susuşta önsözümdün bitiremediğim şiirim kaçamayacağım alınyazımdın zenci bir çocuğun gözlerindeki mavi hüzündün dışardan ay içerden matruşkaydın içinden çıkılması zor bir labirenttin boynuma dolanmış kementtin şimdi ben yorgun bir bedeviyim sen uçsuz bucaksız bir sahra her yıkılıştan sonra diz çöküp açtım ellerimi göğe yalvardım Allah’a -dedim ki- ya Rabb sendendir s/onsuzluk dairendir bin kez düşşem de toprağa tut yüreğimden kaldır şaha öldür beni onun yolunda bir daha bir daha bir daha Necat USLU |