Bin Yıllık Bestedün gece gaflet uykunla kafayı çekerken sen; aymazlık etmişim be sevgilim! kendimi alıp da terkime aniden dörtnala uzaklaşmışım senden. baktım ki bilinmedik bir diyardayım. ulan sadık; yine mi yolculuk dedim kendi kendime! yolda hafifçe başımı gökyüzüne değdirmişim. işte o an; mucizenin tam da içine girdim. devasa bir bulutun iman tahtasında, ellerime aşina bir kadınla cilveleştim. ya sendin ya da sana benzettim, bir türlü çözemedim sevgilim… dolunay da vardı, saçları nasıl tarazlanmıştı. hürriyete meyilli, öyle hareli, öyle haleliydi ki; arlanmaz bir de güneşin tacını giyinmişti. özlemin kuyruğuna basıverdim birden! onun çığlığıyla başımı buluttan çeviriverince, yeminle patakladım kendimi düşüp bulutun göğsünden yine dümen suyuna girdim… oysa karar vermiştim, sensizliğime gidecektim. illaki kusur onda mı olmalıydı sevgilim! ulan sensizliğimin de günahına girdin! ya batarsın ya çıkarsın dedim de döndüm işte. gülüşünde inşa ettiğim ne kadar umut varsa, yerle bir etsen de; ah ben o depremin ne edeceğini pek ala bilirim! bu alaturka kafa yapımla zaten suç ben de değil mi sevgilim! adam olmuş da kendine aşık süsü vermiş, emzirdiğin yetim bir çocuk gibiyim… ne istemişim ki şu hayatın karatahtasından. pişman olmadan, uslanmadan; düşmüşüm gönül tahtına! bazen manda böceği kıvamında yapışkan, elleri yüreğimde, yüzsüz bir kelepçe oluyor zaman. bir uçurum çekiyor alıyor sanki beni, uçsam mı aşağıya, düşsem mi yukarıya, biliyorsam namerdim sevgilim… koparamadım işte! dişi kuşun en uzun tüyünü gidecek bir yerim var mı ki! gidebileceğim her yerde sen. bin yıl birlikte yaşadık biz, bin yıldır yazıyorum şiirini, bin yıl göğsümde uyuttum bestemi, bin yıldır sevişiyoruz… kaçacak bir yerim var mı ki! kaçabileceğim her yerde sen. ne yazdın ki benim şu can tuvalime; gözlerinin mahşeri fırça darbeleriyle! bari bana şunu söyle sevgilim, şimdi bu hallerimle ben senin eserin miyim/esirin miyim? Hidayet DAL/Can Sokağı Lambaları |