6
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
2206
Okunma
ROZA’YA…
Dışarıda ölüm var Roza sakın çıkma sokağa şimdilik…
Üşümüş bir iklimin şiddetinde penceremiz
Sakın ha aralama ne gözlerini, ne bu soluk perdeleri
Sen bakma bana
Korkma bir yerden düşmüş diye kanayan dudaklarıma
Hangi vakit dişlerim dudaklarımdan intikam alsa
Düşlerim paramparça üstü gazete örtülü
Ya bir yol ortası ya da bir ölümün kıyısı
Camlara dayanmış çıplak akasyalar yaşam telaşında yapraksız…
Aşağıda tam aşağıda kırmızı bir nehir akıyor
Karlar üşüyor balıklarla bir olup
Ben kendi oltamla bedenimi çıkaramıyorum
Az fırtına çalınmış bir mevsimde akıyor işte tüm insanlar…
İçimden sokağa çıkmak gelmiyor işte (şimdilik bana yasak…)
Ankara’da kar üşüyerek ağlıyor
Duvarda yelkovan akrepten hırsını alıyor
Daha az önce tıraş olduğum aynalar yere taşıyor yüzümü…
Yollarda bir sürü insan
Kaldırımlarda başı öne eğik bir dolu güvercin
İki adımda kalkıyor her şey
Yer ve Gök
Oysa ne kadar her şey birleşik…
Sen giderken ben seni taşıyorum
Sen beni alıp götürürken ben hafifliyorum
Taş tabletlere yazılmış hikayeler
Her şiir o zaman bir buğday tüm serçelere
Kabarık toprakların derin öyküsü bu….
Gömülen şamdanlarda mum izleri
Havada derin bir parafin kokusu
Tazelenirken tüm ama tüm kelimeler
Sen ansızın gelip ört üstümü bu is kokulu perdelerle…
Dışarıda ölüm var Roza sakın çıkma sokağa şimdilik… Bu denli üşümese içimdeki kentler, sana sahil kasabasındaki ilk öpüşmeyle başlayan bir öyküyü yazmaz mıydım hiç…. Sen Nazım’ı severdin kendi sesinden, ben sen fark etmeden sarılırdım gözlerine. Gözlerin vatanım olurdu ben orada ölürdüm sen bilmezdin. Ama sokaklar hep üşürdü yokluğun gibi…Çünkü her ölen ikimizden biriydi. İşte bu yüzden “ dışarıda ölüm var Roza sakın sokağa şimdilik çıkma, belki ben de ölebilirim hazır üşümüşken bu serçeler….
5.0
100% (14)