Rüzgar Ninnisi
I.
Şehir kuşatma altında tüm kaotik mutluluklar adına Kalabalık içindeki yalnızlığın yerini bıraktığı bir hastalık Günbegün içimi saran o illet huy Kalbim sana zehir gibidir, yılan gibidir Tuttukça içine düşülen bir bataklık gibidir. Ey sevdiğim! Sen bir gönül pınarısın hiç durmadan iyi eden Fakat camekanlar ardında kalakalan. Dört duvarı küf kokan ihtiyar bir evin penceresi göz kırpar yalnızlığıma Ateşli hastalıklar içinde bir kadın ve Ardı arkası kesilmeyen sensizlik nöbetleri. Bütün umutsuzluklar benim ruhuma tamamlıyor seni günden güne Göğsüm şimdi bir bulvar gibidir, yol gibidir Uzadıkça uzayan kalabalıklar silsilesi Yaşını geçmiş meşe ağacı da yüz tutar son nefesime Yapraklarına aklar düşmüş sevdam, Sen bir mutluluktan geriye kalan en güzel yalnızlıksın. II. Gülüşün eksik olmasın hüzünler dolu kabrimden Bekçiler geliyor geçiyor, görüyorum hepsini yalnızlıklar aşiyanında Bir abdal geliyor yüzü buruşuk ve büyük şehir kadar sıkıntılı Sarıyor gözlerimi alacakaranlıkta. Götür beni ey sevdiğim! Bir mavilik kaplıyor içimi. Denizler sayıklıyorum, içim hasret çekiyor her gün sanki kerbela! Ah benim sevdam! Ne hüzünlerin kahyasıdır şimdi Ve yaşamanın büyük zanaat olduğu bu şehir Beni bensiz bir karmaşaya sürüklüyor içinde kırık dökük camlar Saçlarımın arasından kaçan o sigara dumanı, Hüzünlerimi güneşin okları kadar keskin kılıyor şimdi. Yaşasın içi hasret dolu sensizlik hediyeleri. III. Büyüyorum tüm acılarımı dizlerimde taşıyarak Ve şiirler öldürüyorum içimde, hasretini yatıştırarak. Çarşaflar serdim gönlüme sevdiğim, ak çarşaflar Uzan da okşayayım saçlarını güneşe karşı Geceleri inen yalnızlığı savarak seveyim bedenime karışan o sen efsununu Gel yanıma kuşlar uçsun büyük maviliklere Olmazsa; Süregelen bütün yalnızlığımı da toplar giderim buralardan sevdiğim Gözlerinden tebessüm eksik olmasın yeter ki. Zamanla örterim sözgelimi sensizliği Türlü türlü akıl oyunları oynarım bu ters basamaklarda Saçlarını dalgalandırırım rüzgarımda Günlerce susuz kalırsam belki, vahamı görürüm yalnızlıklar çölünde. Oysa sen, gelmelisin ey sevdiğim! Yanağına düşen gözyaşından öpmeliyim göklerden çiğ düşerken Ne ölüm yaraşır sana ne de gözyaşı Hasretinin verdiği mutlulukta az değil ki... Yaşıyorsun içimde koca çınar gibi Tarihin boyunduruğu altına girmeyen o devrimci çınar gibi. Mesela rüzgarının altında konaklıyorum yazları, Kışıma yorgan oluyorsun içimi sarpa saran o yalnızlık mahzeninde Öyle çok severim işte sensiz sessiz çığlıkları Sevdiğim! Senin gözlerin gök gibidir, Baktıkça bakası gelir gözlerimin. IV. Şairane bir tutumla seviyorum seni Gözlerini çizerek, Saçlarını yazarak. Rüzgarda savrulan o zamandışı kokun değer alnıma Alıp götürür kalbimi kirpiklerinin kenarına Çilli begonya şelalesi gibidir gözlerin Dağ çiçeklerini aratmayan endamıyla Donuk yalnızlıklara bakar gibi. Oysa seninle ben şimdi, Antartika’ya yolculuğa çıkar gibiyiz Öylesine soğuk ve sonyaz hasretiyle kalmış Eteklerini savur dökülmüş yapraklara Rüzgarın çıkagelir bana tarihi bir müze avlusunda. Uzaklardasın sen şimdi sevdiğim, Bense bütün peyzaj harikalarının düşmanı Yakıyorum bütün çiçekleri ardıma yalnızlığın korkularını da takarak. Yaşayıp görüyorum işte seni, Nasıl yaşar insan bu ruh yokluğunda Yoksa ruhlar mıdır bizi bu yalnızlığa sürükleyen? Bir üst geçitten geçerken sevmiştim seni, Orada öpmüştüm dudaklarını Orada tutkusuyla yanmıştım saçlarının Üst geçit: harabe. İhtiyar gıcırtılı hatta karıncalı bir evde yalnızlığın ağlayışını dinliyorum Bu sensizlik günbegün kanıma işliyor hain bir zehir gibi Şimdi adımı unutuyorum belki - sahi, benim adım neydi? - Adımı da yadsıdım şimdi bir dervişin hû çekişi gibi Lakin başını göğsüme yasladığın o an, sanki milli piyangonun ikramiyesi Öyleyse tekrar yasla başını göğsüme sevdiğim, Sen alacakaranlığın içinde kalan yalnızlığımı da sil gel gönlüme. |