testere
farklı çift saplı bir testereydi istanbul
bir ucunda biz öteki ucunda istanbul yalnızlığımız hayatı kesiyorduk kardeşce yarısı bize yarısı istanbul yalnızlığımıza kayayı yaran bir filizin yağmur damlalarıyla bilenmesiydi burada yaşam su yüzeyinde kalmaya çalışan insanlarla dolu bu koca şehir sağırdı bir dağ parçasının altında kalan kısık seslere güçlüysen varsın beyoğlu ’nun arka sokaklarında bir yosmanın çığlığına umarsız bıçak yüzlü insanları vardı şekere hücum eden karıncalardı kolay paranın ardına düşen ötede feleğin sillesini ekmek peynir bilip bu şehr-i istanbul’un martılardan önce uyanan gülmeyi unutan bozkırlardan dağlardan denizlerden gelen küçük insanları... önce türkülerini taşıdılar sonra davalarıyla aldılar soluk olsun istediler bir avuç toprakları hiç unutmasalar da köylerinin kokusunu velhasıl hayatın gemisi su almış doğduğundan beri karaçalı ufku maden ocaklarından öteye gidememiş neye el atsa sümüklüböcek misali yapışıp kalmış çok insan taşırdı timsah derisini andıran bu şehir hayatın geometrik şekilleri saç başa girmiş hep kazanan çember gönül gençyılmaz |
timsah derisini andıran bu şehir...
bekle beni İstanbul diyenleride taşıdı
kavgamızında başkenti ama
yüreğine sağlık deyim