Yirmi dört diya'dan bakakalmak
...
zaman, koşarak geçerkendi üzerimizdeki her şeyi hırçın suların yatağına fırlatıp, sonsuz bir sürüklenişte ve durmaksızın katlanarak, zamanlar üstü bir ışığa akıyorduk. zaman hangi bin yılda durmuş, bizi hangi ayraçta unutmuştu,, derinliğin bulanık düşler kurduran yapay ferahlığı ve aşk diye yüksek dozda içilen,. ama öldürmeyen o kenevir kapsülün içinde olup bitiyordu her şey sen de, ben de, onlar da görüyordu ,,sonra içimizden biri., çölde bağrı delinmiş olan,. dilini ısıran tuz tadında buldu. boğulacağı denize ağıraşağı inilen o körfezi ,, .kimse yoktu. noktasızlığa övgü ve kırsal bir yenilgi içindi durup. uzaktan uzağa bakmak yani ansızın değil ağır ağır ağrırdı uzaklık ağacının en kuytusunda asılı kalmak yani umarsızlık yani alev alev tutuşmak el ele yani bir yokluk zamanında yani bir suyun ışığına doğru taşlar sektirmek yani seslerimiz Ağrı’ lıyken ve çok hasta düşmüşken bir halk yani ağrı ve isyan yani Süraka nın ayağını kaydıran kumlarla dans yani Maraş işlemeli bir tabutta taşımak, bütün çiçeklerini kırların yardan düşerken yani yani ufacık bir kökün hafızası gibi toprağına sımsıkı sarılmak ve bir anda bırakılmak kor çerçevesine tarihin yetimler korosunda kesik yankılarla upuzun... ... |