aralık...
ARALIK...
“Bir aralık arala Aralık olan araları Aralıkta soğuklar sokulmadan Ara sıra sıradan Mesela öp beni ısıtmak için…” Gök maviyi sevmiş bulutta Beyaz masum vurulmuş, suçsuz Ucunda uçurtmalar Rüzgar kırlangıçların karı El verse toprak yuva kuracak… Zeytin de doyurur akşamı Ya da bir peynirin beyazı sabahı Başında tezgahını taşıyan simitçiler şahit Martıların havada uçan çığlığına… İki lokma bir tekne sallansın rüzgarda Dalgada kalsın balık limonsuz Açıkta yuvasız birkaç gemi sallansın dalgada Köpükte yosun kayalıkta hırçınlık... Köpükse köpük Köpeklerle varsın öksürsün öksürüğümüz Çekilmiş zaten kumsaldan ayak izlerimiz Resimlerse dünden kalma siyah beyaz Varsın varsıllığımız olsun… Uzun bir öykünün özeti Salıncakta zaman Avlunun duldasında büyüyen türküler Ay yırtılıp düşerdi karşıdaki çeşmeye Bir şiir olurdu şadırvanda… Meczup geceler tünerken saçaklara suskun Bakire sözlere kalırdı aşk kelimeleri Sen düş olurdun kar düşerdi Resimler üşürdü bir de takvimler… Saatler titrerdi sarılırdı sonbahara Bir yaprak salınırdı rüzgarda sarısı saklı İki kişilik bir bankın tek gölgeli izi kalırdı kaldırımda Deniz çekilirdi yakamoz dolarken koynuna kıyının Sızısı çıkardı son sözcüğün dudaktaki izlerine… Zeytin siyahı bir geceyi peynir beyazı sabah kesti Yokluğun doyururken mısraların derinliğini Bir şafak vakti kundaklandı mahzendeki sözler Ayrılık büyüyüp kutsanırken orta bir yerde Deniz kabardı ay tutuldu… “Ben her gece seni öptüm gizlice sevişirmişcesine…” |
sensizliğin çığlığı düşmüş takvimlerde bekliyorum görüş gününü
nar tanem ne olursun anlat varlığın aşkımızın yarınımı bu günümü
biliyormusun yüreği kınalım aslında hiç fark etmez sen yeter ki gel
fazla değil sadece sokağın tavanı kadar seveceğim gonca gülümü