Kuşkusuz Kuş
Boşuna geçmiş bir zamanın solucanıyım ben
Bir zigona örttüler beni boylu boyunca 40 ayağım niyetine 40 kalbimden vurdular Öyle ki bir gün bir yerler de hasretinden Sarıkamış’ı tekrar göreceğim diye çok korkuyorum Zamandan süregelen tüm eksiklikler Bir yap-bozun parçaları gibi doluşuyor göğüs kafesime Sesinin kokusu dudaklarımdayken seni sevmekten vazgeçtim ben Ölü mü dersiniz, kadavra mı dersiniz bilemem Beni her gün her gece yonttular Ve bunu dahiyane birkaç karınca yiyen yaptı Sabredersem bir gün ellerimin uçlarına sen birikeceksin sandım Sabrettim Moda’nın vitrinlerinde bir manken gibi Kafkasya’dan Anadolu’ya göç eden Türk’ler yedi beni; Yedinci günün sonunda ben de yenik düştüm onlara Eh, elbette kaktüsler canımı yakıyor Lakin hiçbir zaman öldürmüyor Bazen çöl soğukları geliyor kalbime İnanır mısın Sayın Tanrım Ne bedeviler, ne develer, ne vahalar hayrete düşüyor Hepsi nafile. Oysa ben bir Hindu’yum dünyanın en müstesna Hindistan’ında Sözgelimi her kutsal toprak beni buruşturup atmıştı bir kağıt gibi Ne kanallar geçtim ah bir bilsen Kızıldeniz’i ikiye yaran benim! Yazın kar yağdı gözbebeklerime Öyle bir yağdı ki Sayın Tanrım bile şaşırdı Ağlamak girdi sonra yürürlülüğe Her devlet dairesinde olduğu gibi Önce Müfettiş, sonra müsteşarlar Bana dediler uzun uzun Bana baktılar uzun uzun Ağlıyorum şimdi hacizden kalan bozuk eşyalar gibi Sonra arkadan peşi sıra keman ve konçerto çalıyor Ben birden sağır oluyorum. Sen gidiyorsun, Ben hep kimsesiz kalıyorum. Seni bir gün yolda görürsem Kalbime gergedanlar geliyor ve boynuz vuruyor Bir Anka kuşunun yanışı gibi dökülüyor hasretin bir bir yanaklarımdan Kokun burnumda komşunun nargilesinden bu yana Rakı var ya rakı, Dertlerimin mezesiyle koyuyorum masaya Hazır ol. Masa üç kişilik Ben, içimdeki sen ve hasretin Hangisini avutsam bilemedim Çünkü avutmak bir öznel bir durumdur Kiminin acısı kiminin mutluluğudur Ben de sıkıştıkça ağladım bir bir Sonra iki iki Gene de kötü söz söylemeyeceğim sana Sayın Tanrım biliyor işini. Çünkü kuşlar ve kediler soğukta üşüyor hep Nefesimin sonu Gözlerim ve ellerim Burnum ve dudaklarım Hatta gökyüzüm Hepsi bindiler bugün falan tarihli bir banliyö trenine Uzak diyarlardan uzak hüzünler çekiyor içim Yanlarımı Adana’ya bıraktım Diğer yanlarımı da Bir tek ismim kaldı İstanbul’da Ve ben bir çöp kutusuyum artık içi dışından daha temiz olan Yoktur sineğim yahut böceğim Hem benim karnımda toktur artık böyle şebekliklere Çünkü göğsüm ellerim kadar kanlı Konuşmaksa konuşmak, Elbette montumu bir iskeleye astıktan sonra konuşacağım Seni özlemek, konuşmanın yarısıydı zaten Hele seni sevmek, başlı başına bir konuşmaydı Lakin gitmen, Topyekûn intihar ömrüme… |