Pencereler Sonuna Kadar Açık Bu Sabah Bir Kuş Olacağım Ben de/ Kırıntıları Toplayacağım Yerden GöğeŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Postacısını kaybetmiş zamandayız..
Şişenin içine sıkıştırılmış adressiz muktupların halinden ancak/Okyanus anlar Beş duyunla sev her mektubu sen yinede.. Ütopyalar ülkesinden süzüle süzüle gelen Smirna günlüklerinin,kentte yaşama sevincine dönüşen köşebaşına ve mavi suya açılan cihangir’de yine bir akşamüstü.. Pencereler sonuna kadar açık..İçerde son Cumartesi şarkısı.. Hiçbir afişte ismim yok,çünkü çok tutulan bir filmin arka planı oldukça flu..İçindeki dansa ara vermen,kuşkusuz bütün tragedyalarımın bir içhesaplaşma-içkurtuluşun kavgası.. Böyle uzun uzun görmeme,hissetmeme olanak sunduğun için minnettarım.. Kavafis’in, ’Nereye gitsen peşinden gelir o kent’ söyleminin uyarısına aldırmadan koştur koştur geldim..Koştuğum kent mi,sen mi?.. Yazarın dediği gibi ’Hiç bir şey hayatın kendisi kadar şaşırtıcı olamaz’..Peki neden heyecanını ve baştan çıkartıcı şaşırtıcılığını yitirmiş? Sanırım bütün sır sen de.. Nereye gitsem,ne yapsam ismini fısıldıyorum rüzgara.. Ayışığı doluyor gözlerime..Dışarda yağmurun her damlasına tütsüler tutuşturuyorum çıldırasıya... Günlerce öyle parla,öyle uzun görünür kıldın ya kendini; Bu sabah ne yapacağım biliyor musun.. Erkenden,alfbenin içinden özenle seçilmiş beş harf,nar çiçeği ve yedinci sanatı,toplaşıp çaya gelmelerini söyleyeceğim bana ..Nazik bir gün’e uzun uzun bakıp, sualtı şarkıları söyleyeceğiz..Birimiz kızarmış ekmeğe reçel sürecek, birimiz kabukları ince ince soyulmuş domatesleri özenle dizeceğiz tabağa.. Yağmurun kaldırıma düşen kokusunu duyumsamak için pencereyi açacağız..İncir ağacının dallarını öpüp,onun o inceden üşüyen yapraklarına bir öyküyü sever gibi dokunacağız.. Öğlen oldu mu bir film açacağız..İçinde bankalar,tüccarlar ve birleşmiş milletler olmayan,Pedallı Zamanlar’ı.. Havada inceden yağmur olacakmış ajansların dediğine göre.. Biz hep birlikte yağmurun şapırtısına kulak kabartıp,göğün maviliğinde sere serpe uzanıp odaya,öylece izleyeceğiz.. Pedallar döndükçe selesinde bir aşkın öyküsünü yeşerteceğim.. Film bittikten sonra,beş harfi yan yana getirip terastan kuşbakışı adınla sesleneceğiz gururlu bir gün’e.. Sonra nar çiçeği,hemen şimdi şiir yazmayan bir daha güzel bir düş görmesin diyecek ve,ah! o anda şiir ne ki..Kıtalardan mısralara iğne deliğinden süzülüp düşeşecek en güzel sözler.. Bu sabah bir kuş olacağım ben de..Kırıntıları toplayacağım yerden göğe.. Akşam oldumu uzaktan bir dalgayı yorumlayacağım usulca.. Sessizce çekileceğim ütopyalar ülkesine.. Sonra sabah olacak,sonra akşam olacak ve Cumartesi.. Senin de akşamın olacak ve sabahın ve umutların,pırıl pırıl.. Sonra seni yalnızca bir gün’de değil,bir çok yaşamda varedeceğim.. Baştan sona bir şiirde varedip,bir filmin ırmağına bırakacağım seni.. Muhtemelen bir sualtı müziğinin ritmi olacak arka planda.. Sonra bir alt yazı geçecek,Ihlamur ağacından iğde dalına bir kuş konacak.. Sonra göz göz örülmüş mektuplar ilk kez bir replikte söylenecek.. Bu düşüm kaldırımları bile tedirgin ediyor..Şu an kapı çalınsa kimin umurunda..Dünyanın bütün şebboy çiçeklerini yüreğinde duy sen.. ’İleriye doğru atılan bir adım,ütopyalar ülkesinde bir gelecek tasarlamaktır’ diyor Camilo.. Haydi yaslanalım bir rıhtımın gölgesine,dünya tenha.. Mor çiçekli düşler kuralım ütopyamızda.. Gitarın sesi,renklerin kardeşliğini hayal et şimdi.. Hayal et! yağmurlu bir sabah turuncu tosbağa’nın üstü açıkmış.. Boynunda fuların,karada bembeyaz bir yelkenli gibi saçlarında mendireği kırar.. Ekim’de hangi yaprağı sallasak üstümüz başımız çilek kokar.. Evlerin pencerelerinden cumbalı şarkılar,oturduğun yerde dizlerine kadar dolan suyu coşturur.. Hayal et..Ne derin ırmak ne de sahipsiz orman..Şarkılarla delmek kalın duvarları.. Kudurmuş dalgalar öfkeyle sevincin kızılcık şerbeti gibidir ömrüme.. -Gel dalı olalım içimizdeki ormanın- Gece ile gün hiç kavuşamayan iki sevgili mi dersin.. Bunların toplamına ömür mü deniliyor sence?.. Hayat bu yanılsamalar zinciri gibiyse bile hissettiklerim kızılcık şerbeti gibidir.. Oldukça geniş bir homosapiens kitlesinin içindeyken düşünüyorum bütün bunları.. İçimdeki imge ’Bırak kavuşma olmasın,ya o hiç olmasaydı’diyor bana.. Sakin bir ırmağın dizleri dibinde oturmaktansa,sabıkalı gülüşlerin o dayanılmaz güzelliğine bir parmak sevdayı düşürmenin coşkusunda özümü dara çekerim..Ne diyordu şair; ’Her çocuk bir yalana inanarak saçlarını büyütüyor’.. Sonrası mı?.. ’rutin’ bir kimlik kontrolüydü,aramaya takılmamak için kalabalığın arasından sıvışmaya çalıştı çocuk,..İçinden hiç bir şey geçmeyen küçük bir imgenin tam ortasında durdular..Kimlik sordular.. Bir mısraya yakın güldü çocuk.. Bu gülüş senin o içiçiçekli gülüşüne.. Bu gülüş sana Saydamsu..Bu gülüş sana çünkü,dünya,içinde sen varsın diye bu kadar yaşanılası,bu kadar çıldırasıya güzel.. -Yine ses tellerimde bir titreşimin ilk heyecanı.. Birazdan,sabaha serin bir mevsimle,yağmur sularına bata çıka yürüyeceğim..Geceye,aydınlığını senden alan sabah güneşine kadar yürüyeceğim.. Sen biliyor,görüyor,duyuyorsundur,kim bilir.. Kim bilir,çözülür belki gecenin dili salkım saçak sözlere-.. 12-19 Ekim 2013..
İki yakası bir araya gelmez düşler neyse de,
Ütopyamdaki ilk mavimsin.. Tükenmez bir kalem boyasını döküyor arka cebime kaç dergi köşesinde derledim sevinçlerimi politik portreler üzülmesin diye kaç sinema afişine adını düşürdüm şimdi yalnızca sözcükler yırtıyor sessizliği bir oyunun,kahkahanın bile tam ortasında sen martılar nasıl uçuyorsa yağmurda,sektirmeden öylece pike yapıyor ardından düşlerim fırtınada ters dönmüş bir şemsiyenin hüznüydü haftasonu mektupları acemi aşklar adına!! bu gece inadına nazenin kokan siyah ceketini giy hani o ilk parlaklığını düşürdüğün güverteye geceye düşen kırılgan ışığı, bir dantel gibi işlesin masumiyetin biçare aşklara cesaret gelsin yerçekiminin olasılıkları alt üst olsun bir bulutun seyrinde gör bak nasıl da,su gölgeye düşer yağmur bütün ihtişamıyla başlar dökülmeye susarken bile sırılsıklam aşık olurum sana sustukça sular yükselir sustukça dünyayla aramda açık ara bir aşk çoğalır nazenin kokularından düşerim geceye bu gece inadına yanımda kal üzgün bir imgenin yarasını saralım,yanımda kal açık denizlere enver bir vapurun güvertesinde saçları bulutlara değenim! boşuna değil bir mısraya yakın durmam göğüme -Koyu bir mevsimi demleyip içmek yirmi dörtten sonra.. Ölümüne bir düş çizmek sonra göğe.. Sesim yine nemli bir akşamın suflesi-.. |
sonra evin içinde elimi kolumu sallaya sallaya dolaşırken; öyle ya bugün attığım her voltanın keyfini çıkarıyorum...bütün alanlar bana tahsis edilmiş gibi karış karış yokluyorum her attığım adımın metre karesini, gözüme ne çarptı sonra biliyor musun...aynalar!..işte bir tek onlar yok olup çekilmiyorlar ayak altından... kaçış yok!...isteksiz bir tavırla karşılaşıp göz göze geldik velhasıl...kaçak birkaç hüzün ve dudağımın bir kenarında; bilmem hangi günden kalma birkaç kıytırık tebessümle sırıtıverdim aniden...inanmayacaksın ama teşekkür bile ettim...sanki o da bizim takıma katılmış ve forvette filelere takacağı gollerin hesabını kuruyordu kafasında...işte bazen bu cansız nesnelere gülümseyip konuştuğum bile oluyor...dedim ki "ya Hızır! sen bu dilsizleri başımdan eksik etme!..nasıl öderim sizin borcunuzu...gülerken de yanımdaydınız...ağlarken de...nasıl minnettarım nasıl anlatamam"...arkadaş dediğin işte böyle olmalı...örneğin bu sabah içeri bir arı daldı...bellik ki üşümüş, soğuktan kaçmış olamaz mı..? niye dışarının ağır faturası hep onlara kesilsin ki...niye evin tapusu sadece bizim üstümüze olsun...öyle değil mi ama ?..dedim gel kardeş sana da sıcak demli bir çay doldurayım için ısınsın, soluklan bir...canın isteyince çıkar doğanla başbaşa kalırsın yine...çiçekler bir yere kaçmıyor...al sana çiçek...karşında capcanlı duruyor işte...biraz yüzü solgun...biraz yorgun...belki yanaklarının kırmızısı bugünlük uçmuş gitmiş ama idare et...hiç değilse gülen bir yüzü duruyor hâlâ bir yanağının ucunda...yetinmesini bil...biz sofrayı her gün donatmıyoruz böyle...şansın var ki geleceğini önceden tahmin etmişiz gibi sevdiğin papatyaları da masaya davet ettik bugün...
işte o arı var ya vız vız saatlerce dolandı durdu bir pencereden diğer pencereye...işte o zaman farkını ortaya koyan bir edayla buluştuk gökyüzüyle...dedim ki "dışarı uçup özgürlüğüne kavuşmayı bekleyen onca canlı seninle takas etmek için hayatını sıraya girmiş, sen gelmişsin birkaç metre kareyle duvarlara sınırını teslim etmiş bir alanda müebbet yatıyorsun...ama sen de haklısın yerle-gök birbirine girmiş...gökte tadilat var ne zamandır...haklısın...tahrip olmamak elde değil...içeri girmeyeceksin de ne halt yiyeceksin...işte şu pencereyi var ya senin kurtuluşun sanıyorsun ama yanılıyorsun...o pencere er ya da geç kapanacak...oysa sen havasız duramazsın...yaşayamazsın...bilmiyorsun...biz kaç canlıyı kurtaralım derken cenazesini kaldırdık istemeden...daha dün bir uğur böceğini kanatları kopuk kaldırdık yerden...halbuki o hepimizin uğuruydu...kim bilir hangimizin ayağı altında can vermiş haberimiz yok...şimdi seni dışarı salmazsam, bu sabah cesedini ya yerde ya da bir pencerenin pervazında sere serpe uzanırken bulacağım...oysa seni bile bile öldürmek en son isteyeceğim şey...ellerimle öldürmek olur ki bu vicdan azabından seninle beraber ölürüm...bilmiyorsun...yapma etme güzel dostum!.. gel sen bu sevdadan vazgeç!..bak dışarda tam olmasa da yarı-açık kalmış üstüyle sana kol kanat gerecek bir güneş yine de var...herkese nasip değil güneşe dönmek yüzünü!..neyse ben seni pencere duvarlarla baş başa bırakayım bir süre...hasret gider...ama ben dönünce lütfen gitmiş ol!" dedim ve çıktım mutfaktan...
sonra geldim nete girdim ve senin şiirini okumaya başladım...inanmazsın o arı ben gelene kadar duruyordu hâlâ camda...şimdi bunları yazarken "bir koşu git bak bakalım hayvancağız öldü mü kaldı mı bi yokla da gel!" dedim kendi kendime...gitmiş can...o da beni terketti diye de bir moda girdim iyi mi:))...güler misin-ağlar mısın ?..insanoğlu bir türlü tatmin olmuyor...elindekiyle yetinemiyor bir türlü...kaldık mı aynalarla yine baş başa...şimdi hangi sıfatla yüzüne bakarım o aynanın diye korkuyorum...bugünlük tozlu bir rafa kaldırmak geliyor içimden, ağır bir roman gibi dilimden firar eden tüm söylemleri...
ne tuhaf değil mi, di'li geçmiş bir zaman kipiyle uğurlamak gidenleri...kim bilir şimdi hangi haber kipiyle; geleceği bile belli olmayan bir zaman fiil ekiyle temas kurup iletişime geçmek istiyorlar...
şimdi ne mi yapıyorum ?..
şimdi sessiz bir dayanışmayla küçük çaplı seslerin karekökünü çıkartıyorum...hüznün dozu artınca, iki kişilik acıyı kaldıramayan hasta bir ruhla çıkıyorum şiirden...müşterek kullandığımız ses ayarlarımızı beklemeye alırken, makul bir saatte yine yeni hüzünler uzak şehre tayin ediyor yüreğim...biliyorum çok bilinmeyenli denklem gibi oldu yazdıklarım...ama sen de bilirsin ki her katil gibi hüzünler de bazen cezalarında indirim hakkı isterler...
görüyorsun ya işte karma-karışık seslerden yontma, el emeği-göz nuru yepyeni bir hüzün daha doğdu şimdi...
seni okumak güzeldi her zamanki gibi can...
sevgimle...