Birbirimize Dünya Gözüyle Birkere Olsun Göründük mü?Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Postacısını kaybetmiş zamandayız..Beş duyunla sev her mektubu sen yinede..
’’Bana yabancı gelen insan yoktur İnsanları dünya gözüyle bir kere görürüz İşte o kadar’ C.Şakir.Halikarnas Balıkçısı Birbirimize dünya gözüyle bir kere olsun göründük mü? ’Şİİr yazmak bir duyarlılık işidir’ der ustalar..Bu tanımlama yaşamın özsuyu gibidir.. Felsefedir,sevinçtir,diyalektiktir..Şiir her ne olursa olsun hçbir baskıya hiçbir nedenden ötürü boyuneğmez.. En yakası açılmadık sloganı atar ve ona öyle bir estetik katar ki onun estetik ve sanatsal emeğini daha da vurucu kılar.. Bu tanımlamayı sayfalar dolusu çoğaltarak yazmaktan öte şiirde duyguya değinmek istiyorum bu mektupta.. Aslına bakarsan geçenlerde bir ortamda bu soru hepimize dolanıp durdu.. Soru tek cümleydi ’Şiir nedir’?..Böyle bir soruyla daha önce hiç karşılaşmamıştım..Bir çırpıda Ahmet Telli’nin buna dönük olağanüstü dizelerine dönmüştüm.. ’Düşüncenin,duygunun düşün sözüdür şiir/ ışığın,rengin,sesin,özün özüdür şiir/ilk yazın sarı güzün sağanak yağmurlarıyla yıkanıp güne çıkmışı/yarin yüzüdür şiir’.. ’Yarin yüzüdür şiir’ Misal,ellerimi uzatsam göğe ve bir yıldızı alıp saçlarına iliştirsem mi senin ’yüzün olur şiir’ oturup yıldızlardan cümleler düşürsem mi başından aşağı,sence hangisi? Evet evet farkındayım cümleler kurmak diyorsun sen de.. Şiirin bir yüzü sensin,bir yüzü hiç şüphesiz biricik ütopyamızdı.. Her ikinizi de yaşamın özsuyuna bata çıka,sesimin içiyle seviyorum.. Şatafatlı bir caddenin kaldırıma çıkarılmış masalarından birinde oturuyorum..Herkeslerde bir telaş bir telaş sanırsın dünya işlerini yetiştirmek için bütün bu koşuşuturma..Oysa herkesin telaşı akşamın son otobüsüne yetişmek.. Garson ne içersiniz demeye gerek duymadan bir bardak çayla bitiveriyor yanımda..Belki tanımıştır beni diye iyimser düşünüyorum.. Yan masadan küçük bir kız çantamla oynaştıkça annesinin mahçubiyetine ruhumun kanadığını hissediyorum.. Kalkıp gitmelerinin ardından bakakalıyorum,çocuğun el sallaması derinlere çekiyor beni,hüznüm dağılıyor.. Gün batarkenki kızıllığın baş döndüren renk cümbüşüyle param parça bir aynanın içinden bakıtığımı hissediyorum sokağa.. Günlerin ortak yanı akşamüstleridir güldüşlü.. Hep,gün bitmeden çöker akşamüstü karanlığı.. Bütün hayellerimiz suyun altında özgürce süzülen balığa, yaşadıklarımızsa o balığın ağlara takılmasına benzer.. Küçük kara balığın asiliği hep içimizdedir yinede. Fakat bir insanın hayatı topluma ters düştümü,o andan itibaren istesek de istemesek de bir serüvene dönüşmüştür.. Akşam,günü elinden tutup götürürken,sanki herkesleri tek tek duraklardan toplayıp gider..Nereye gittiğimizi soramayız.. Sorsak daha fazla acı çekebiliriz endişesi sarar her yanımızı.. Günün eksik yanından,zamanını beklemeyen bir bebek gibi sezeryanla aralarız akşamın kapılarını..Günün hızlı yaşanmışlığı akşama yavaş çekilmiş bir film gibi gerisin geri sarar içimizde.. Bir filme kaç şerit sığarsa o kadar sığıyoruz akşamın kırılgan yanına.. Şu sıralar bana durmadan Halikarnas balıkçısını anımsatıyorsun güldüşlüm.. Ve her hatırlayışımda soruyorum.. Birbirimize dünya gözüyle bir kere olsun göründük mü? Kadim bir günün eşiğinde sokaktan gelen müziği duyumsuyorum.. Pencereden uzanıp bakıyorum..El sallıyor elinde giter olan adam..Müziğin ritmine açıktan,belkide çok açıktan giriyorum.. Soruyorum kuşbakışı ve bağırarak ’Kimin şarkısı bu? Kimin sevdasından?.. Ayaktaki adam ’Yo hayır bu Su’ nun değil’ diyor.. Uzaklığımız gürültüyle karıştıkça seslerimiz anlamsızlaşıp belli belrsiz hareketlere dönüşüyor..İçimden iyi ki kılıç kalkan adamlar yok diyorum..Ve vivaldinin beşinci mevsimine doğru yola çıkıyorum bir türküye inanıp..Daha ilk mevsimini bile geçemiyorum.. Bütün bunlar bir düşten ibaret olsaydı diyorum kendime.. Sabaha karşı tedirgin bir sıçramayla uyanıp,gördüklerimin yalnzıca bir düşten ibaret olduğuna sevinseydim.. Ellerime yüzüme kan,can gelse,koridordaki ışık vurdukça bana yüzüm gözüm açılsa..Varsayalımki öylede oldu.. Peki biz şimdi hangi mevsimseyiz dersin?.. -iki kent tek sahne sanki bu kent daha yakışıyor sana- -Bu gün de,seni anlamak sahnesinde bir oyunun doğaçlama hüzünlenmektir mat bir senaryoya.. Bu gün de baştanaşağı karanfil kokuları saçıyorsun saçlarından avuçlarıma bir nefeste adını değiştiriyorum deşifre etmeden- 05-12 Eylül 2013
Dışardaki ses ürkütmesin bizi..
Kırılgan bir zaman belki tek başına gidilen yol biliyorum,ne kadar uzarsa yol yeryüzümde gökyüzü sessizliği.. Bir güz akşamı mis gibi iğde dalları altında görünsek birbirimize sarmaşık koksa üstümüz başımız ten rengimizle dayansak toprağın sırtına senin şarkılarını söylesek göğe bakıp suretimizde antik çağlardan kalma gözkuşları dolansa yüzümüzde utangaç bir gülümse bir uçarı sevinç çeperlerine kadar zorlayarak kadim bir günün akşamında ada vapurlarına benzese aşk taşlarla örülü bir sokağa varana kadar gökekinli saçlarından tek tek toplasam yakamozları mavi göğün altında uysal bir sevgili gibi düşsem kollarına uzak ülkeler gibi özlemle bol keseden sevsek birbirimizi rumi çeşmesine benzese aşk dayayp ağzımızı kana kana içsek cam bardakta fal baktıran kızların dilek taşına bir bulut çizsek gözlerinde o sütmavi inanç sevdandan kristal aşklar devşirse ömrüme eriyerek suya karışan karçiçekleri gibi her sabah kuşlar sarılır boynumdaki sendamarıma Öyle olmasa yüzümde bir çocuk şenliğinde uyanmazdım düşten -Düş bir imge midir? eğer öyleyse,yorumla bu şiiri- |
gittik, imgeyi öğrendik...
Zira, yoruma açılan yol,
şairin sunduğu anahtardı...
Soruya,
cevabı sonraya bırakalım önce ve
şiirin esintisine kulak vereli ilkin usuldan.
Şu şiirin hikayesi kısmı var ya,
bence,
o güzelliğin yazılacağı yer değildi.
Sanki,
orada sunulan her neyse, bir çerçeveye hapsedilmiş gibi geldi bana...
Keşke,
başka bir sayfada, başka bir zaman diliminde,
nazım, ya da nesir olarak yayınlansaydı...
Biraz daha genişletilseydi, okuyucunun aldığı lezzet, biraz daha arttırılsaydı mesela...
Tadına doyamadık zira...
Şiir...
Güzel kelimesiyle tarif etmek, sanırım şairin hakkını yemek olacak...
O derecedeydi...
Neden böyle düşlere sahip değiliz diye, kıskançlık krizlerine tutuluyor neredeyse insan...
Kendinizi,
bir iğde ağacının altına, sırt üstü uzanmış hissediyorsunuz.
Yanınızda kara sevdanın, etrafta mis gibi iğde kokuları...
Sevgilinin saçlarından, tek tek toplamak yakamozları ve
uzak ülkeler gibi özlemek.
(Tam bu noktada damarımıza bastı şair. Hüznü düşürdü yine gönlümüze.)
Ve,
duygu sağanaklarının doruk noktası...
''her sabah kuşlar sarılır boynumdaki sendamarıma
Öyle olmasa yüzümde bir çocuk şenliğinde
uyanmazdım düşten''
Sevgiliyi, şahdamarı kadar yakın hissetmek...
Çok güzel bir benzetme...
Sorunun cevabına gelelim...
Düş bir imge midir?
Bizler,
imgenin anlamını daha şimdi öğrendik...
Soruyu nasıl cevaplayalım?
Cevabı, bu işin duayenlerine ve gönü zenginlere bırakalım...
Eline sağlık şairim...