Şehrin Eteklerine Tutunup Fırtına Koparsam Mavileşir mi SokaklarŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Jean Cocteay ’Devrimde her zaman bir şiir havası vardır’
Çünkü şiir devrimdir’ der..Hiç kuşkusuz şiir devrim ise Mektup, Devrimin biricik ilkbaharıdır.. Temmuz’da kendime yolladığım mektubu aldım dün sabah, nasıl sevinçliydim..Sesim rüzgarlı,dilim kekre ve aykırıydı.. Özentiyle açtım kapağı..Öptüm..Ölsem,gök beni kollarına sarar mıydı?.. Duvarlar ayırır,köprüler birleştirir sözünü kabul ederiz nedense.. Köprülerinde ayırabileceğini düşünmeyiz.. Sokakta çocukların gözlerinde oyun bahçeleri kurduğum bir öğlen,vesikalık fotoğrafımı çekiyor.. Mavi,mavi ağrıyor bir yanım..Kalem kağıt tehlikeli yazılara karşı her zamankinden daha temkinli..Çayım şekersiz yudumluyor beni.. Şehir iğde kokuyor..Herkesin birbirleriyle yalnızlık oynadığı bir zamanda, yalnızlığı çileden çıkaracak kadardır üstüne kapandığımız harfler.. Düşünüyorsam yalnız değilim!! Aynalarda süslenen yenilgelere bir veda mıdır bu? Bu gece tüm hafif meşrep vapurları saçlarından öpüyorum.. Bir deri bir kemik kalmış tüm şiirler birleşiniz!.. Deliceler aşkına! çıkın ve bir daha yenilin. Feri kaçmış gözlerine ışık gelsin dünyanın.. Utana sıkıla açıyor bir çiçek..Gecenin kumaşı hafifliyor içimde.. Düşlerimde kıpır kıpır bir gökyüzü durmadan çekiştirip duruyor iki yakamdan..Elinden tutup sokağa çıkarıyorum bir şiiri.. Sokak lambaları boşluğa düşüyor.. Ne olur biraz serin rüzgar..Bakın dinleyin beni,anlamıyorsunuz. Ben sizim..Ben sizin boran,fırtınanızım..Biraz rüzgar.. Sonunda teslim olabiliriz birbirimize..İster istemez koklayayacağız gövdelerimizi..Ve ister istemez aynı kokacağız. Birbirimizden isteyeceğiz zamanla olmayan yanlarımızı..Biraz rüzgar.. Ey hüzün! ben sana şah damarından daha yakınım.. Telde yürüyen cambazın denge arayışındaki gibi tutunuyoruz yaşama.. Çok iyi biliyorsun,herşeyi kavradığın ve hiçbir şeyi değiştirme isteği duymadığın o anda,o sınır çizgisinde, hissederken göğsüne inen dalga dalga ışıltıyı.. ’Gerçek bir yaşamın olmadığı yerde düşler yürürlüğe girer’ diyor Çehov..Bize özgürlüğü duyuran,içimizdeki insanı dışavurmamızı gösteren sevmeyi,özveriyi, gerektiği yerde ölümüne öne çıkmayı bir saygınlık,bir değeryargısı olarak benimseten varolanı reddeden insanlık gerek..Böylesi bir varlık olan Deniz’le geçen gece (zorunlu olarak) bir geceye katıldık.. Deniz on yıldır seneryo yazıyor yazmasına da henüz bir tanesi dışında filme dönüşemedi yazık ki..Deniz’in yazdıklarını çekebilecek yürekli prodüktör yok çünkü..Deniz’in çekilemeyen son seneryosunu keyifle okumuştum öncesinde..Konukların hemen hemen bir çoğu ne filmle ne de sanatla ilgiliydi açıkçası..Maksat boy vermekti ışıklı alıcılara.. Yanımıza bir kaç insan birikiyor başlıyorlar anlatmaya.. Sibirya tilkisi diğer tilkiler gibi uysal değilmiş,insan yerlermiş.. İçlerinden biri geçen yıl Sibirya’dan aldığı tilkiyi bir güzel ehlilleştirip evinde beslemeye başlamış..Bu durumu anlatırkenki özgüvenini gülmekten akmış makyajıyla oynayarak destekliyordu.. Deniz’le birbirimize bakıp bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz fakat nafile.. Ortamın kadim bozguncusu olmamak için gülümser bakmaya çalışıyoruz fakat Deniz dayanamayıp hayır efendim ben en vahşi tilkinin Çin’de olduğunu bizzat biliyorum dediğinde,bende dayanamayıp evlerinde fok balığı besleyip beslemediklerini sormuştum..Bir anda salonun ortasında Sibirye tilkisi.. Şaşkınlığımız ve öfkemiz dumura uğramak üzereydi ki bir yetkiliye bu ne diye sorduk. Yetkili ’Bir şey değil o tilki yalnızca böyle gecelerde gereksiz konuşanlara karşı işverenin kurnazca bir tedbiri’ demesi üzerine olası bir provakasyonuda engellemiş oluyordu.. Tüm bunlar olurken salondan büyük bir gürültü yükseldi.. Herkes müthiş eğleniyor,eğlenmek için ıkınanlar daha çok.. Ve aristokrat orkestralardaki kemanların gıcırtıları ile org tamtamları birbirine karışıyordu.. Bu arada tv kameraları araya girip bu kadar insanı,bu kadar neşeli hallerini kayda geçiriyor..Kendini boğarak konuşan bir sunucu gelen geçene mikrofon uzatıyor..Herkes birden öne atılıyor konuşmak için..Sinemadan çıkarken gözucuyla gişeye bakıyorlar.. Hiçkimse kapıda sessizce mendil satan çocuğa gözünü kaydırmıyor.. O an tüm kent soluğunu tuttmuştu..Herkes..Tramvay yolunda yürüyenler.. Kol kola ve yanak yanağa sevgililer..Kadıköy’de pilavcılar..Aksaray’da pazarlık yapanlar..Tahtakale’de şifalı bitki arayan veremliler.. Mısır çarşısı’nda borsa simsarları..Hüsrev’de racon kesenler.. Nevizade’de rakının dibine vuranlar..İşportacılar..Otobüs bekleyenler.. Taksidekiler..Herkes soluğunu tuttuyordu..Hemen herkes dönüp bir yaratığa bakar gibi baktılar.. Umursamadıkları ham hayeller ve obur düşünceleriydi.. Umursamadıkları,saçlarından sürüklenen bir hayatın karşısında ateşler içinde doğrulup dikilen,ölümü yedeğine almış,dünyayı yüreklerinde taşıyanlardı..Kentlerin içinde ama kentlerden yıldızlar kadar uzakta.. Beyinlerini ve midelerini oburluklarıyla genişletenler her şovu mitolojik kahramanlar gibi geceden geceye sürüklerken; Telde yürüyen cambazın denge arayışındaki gibi tutunuyorduk yaşama.. -Diner mi ağrısı bir sözcüğü en olmadık yerde terkeden umut.. Sevgili gün ve yine sen yetiştin imdadıma-
Yüreğimiz bir uzak deniz mavisiydi
bütün dünya gülsün diye sevinçliydim, bir şiirin içine girmeyi beklerken bile gece oldumu şehrin ışıkları kıskanırdı üstümüze sinen kelebek renklerini hayal et ve diren sevgili düşgünüm! bir isim yarattım kendime göğün bin nazından Düşsüz geçen sokaklara Son bir yolcuydum içimde dışımda çerden çöpten serçelenmiş sözlerimle kilometre levhaları küsmesin diye yeniden yeniden zambaklar topladım dar sokaklardan kapımda sedef ve mercan her biri nar çiçeği hüzün ve sevinç son bir yolcuydum içimde tepemde evcil kuşların gölgesi ardımda bir uçurumun bacaklarıma yeltenmesi durmadan devrik cümleler toplardım arka bahçeden kimse kimseye tarlakuşum demezdi alfabesi hala çözülememiş imgeydin içimde güneşi batıran sabırsız bekleyişlerden kuşatılmış şehirlere kadar kıtalardan mısralara son bir yolcuydum içimde yalnızca bir şiir gülsün diye gözden gezden tutunacağım bir gerillanın arpacığına şehir rengi tenlerimiz buluşur bir yerlerde -Işıklı bekleyişlerden,öyle amansız,apansız ve çırılçıplak ki peron önleri,zaman,bir kitabın içinde unutulan ayraç ya da.. Duramıyorum içimin üstünde- Ah! Ekim’in Yirmi Dördü Ağlatsın İkimizi.. |
Eminim ki bu kentin yabancısı sevinçler birgün aralayıp pencereni sızacaklar içeriye ve sen şair gececeksin igde kokulu yollardan takip rüzgarı kanatlarına.
Kutluyorum Doğan dostum sevgilerimle..