Gündüzkuşlarını uçuran da sensin öldüren,yaşatan daŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Sana geliyorum sen gidiyorsun..
Bırakmadın bir cümleyi konuşsun gözkuşlarımız.. (Yol bitmek üzereydi birden,özlemli düşinsanı kırdı geçirdi herşeyi..Yazık ki gün Cumartesi’ydi).. Seni yazmak kimi zaman yoğun,girişik,duygu-istek karmaşası oluyor ki, çözüp ayrıştırmak da o denli güçleşebiliyor.. Diyelimki öyküdeki kişi acı çekiyor.. Hoşçakalın bekleyişlerini sevince dönüştüremediğim insanlar. Hoşçakal adını haykıra haykıra söyleyemediğim..Dilerim hep mutlu olursun.. Hoşçakal sırmane çizgili şehir.O çizgilerinde tıpkı benim gibi.. Hoşkal izdüşümüm..Hoşkal en heyecanlı şarkılarımın ve umudumun tek tanığı üç yüz iki numaralı oda.. Hoşçakal sendeki en coşkun yanım.. Hoşçakal benim gökyüzü adlı uçurtmam.. Hoşçakal benim sonsuz adanmışlığım.. Gece kordon boyu el ayak çekilmiş.Az ötede bütün dişleriyle bir çingene kadın gülümsüyor bana.Üşüyorum.Ona gitmeliyim.. Gülüşüne sığınmalıyım..Yüreğimin soğukluğunu onun sıcak gülümsemesinde yatıştırmalıyım..Uzun bir yol düşünden az evel çıkmıştım..Yorgundum..Terkedilmiş duygusu uyandıran yolculuklar düşledim yeniden..Uzun yolları aşarak köylerden,incik boncuk çarşısı olan kasabalardan,ışıklı büyük kentlerden geçmeli. Her meydanda serin sular içmeli,Cumartesileri düşünüp kendimi savurup atmalıydım bir denize hoyratça.. Bütün bu düşleri bir filmde görmüştüm duygusuyla yapmalıydım..Beklentilere,umuda,seneryolara,setin gerisine gereksinim duymadan yapmalıydım.. Bir filme başlamadan seni seyretmeye,sonsuza dek durup seyretmeye gelmiştim..Silindi ayak izlerim tenha parklarda.. Mevsimini beklemeyen bahar savura savura içime döküyor yapraklarını. Bildim,herkes kendi karanlığını yaşardı,ben herkesin.. Su’nun yüzünü buruşturması neki,büyük gürültülerle gelmiştim, Umuda erden bir döşekti bahçem.. Antik bir pencereden serin rüzgarlar soluk soluğa doluyor odaya..Daldan dala,yapraktan yağrağa kıvrılıp geliyor.. Sıkıca sarıyor yüzümü..Birazdan düşeceğimi biliyorlar. Neydi insanın düşü..Bir çiçek bahçesi değil bir çok çiçek bahçesi..Bir deniz değil birbirlerine akan bir çok deniz..Bir kente tutunan uygarlık..Son rotuşu yapılmış apak bir şiir.. Elimde bir kitap ’Bir adamın otel odasında intiharı’ Kitabı elimde tuttukça görevlinin yüreği hop atıyor..Gülüyorum..Kitap bir adamın küçük bir çocukla tren istasyonunda başlayan dostluğunu anlatıyor. Gelde buna inandır görevliyi..Ona nasıl söyleyebilirdim eğer Boran kuşu gibiyse,her intihar yüce bir eylemdir diye.. Smirna’ya kalabalık bir çıkarmanın kıyısından sessiz ve ıssızca geçip yerleştim bir otel odasına. Şimdi çıkıp gelsen cebinde bir avuç gökyüzüyle diye kaç gece,kaç öğlen bu kıyıda bekledim durdum.. Damlayı mı gizlersin yağmurdan?ilk günden dağıldı saçım başım.. Elma şekerinden renklerimi Mezarlıkbaşı’n da eski bir sokakta dağıtıyorum sokak çocuklarına.Hepsi birden omuzluyor düşlerimi,sırtlarında Smirna’yı taşıyorlar..Uzaktan vapur düdükleri çığlık çığlık öterken oturmuş sıcak bir Cumartesi akşamı gelmeyecek seni bekleyip durdum.. Bu kent ruhumda içiçe geçmiş kuşkulu hüzünlere dönüşürken, ben eksildim,kent çoğaldı,kent eksildi ben çoğaldım ve asma yaprağının gölgesinden çıkmanın diyetini ödedim. O akşamda bekleyişlerimin yüreğimdeki atışlarını duyuyordum.. Güm,güm nasıl da zorlanıyordu kan pompalarken.. Biraz bekledim,biraz daha,biraz daha.Yelkovan ve akrepte en ufak bir kıpırtı yok sanki..Yüreğim çatlayacak, hissediyorum..Durmadan yutkunuyorum.Sanki yumrukluyorum yüreğimi..Ve bir ses! ’.......’ Bir cisme kavuşamadık,ne yazık!.. İnsan bu bin yıllık davete ağzını,gözünü kaparda gelmez miydi?.. Üç yüz iki numaralı odadan mezarlıkbaşı’na hızla yöneldim.. Gogol’u düşündüm bir süre..’Sevinç uçar gider, Ruhumuzun güzel geçici konuğu sevinç de öyle uçup gitmez mi’..Neden gittim uzaklara.Geride kalandır üzülen diyor Gogol..Peki ama neden burdaydım.Kime neyi söyleyecektim..Bir milyon kelimem,mektuplar ne içindi.. Bazen hayat nasılda kopup gelen dalgalar gibidir.. Daha bu sabah Yenişehir köşem’den Tezcan işmerkezi’nin o korku filmlerden bozma siluetine dek türlü entrikalarıyla koşturup durdurmuştu beni kent..Daha bu sabah eşini öldüren bir adamın İzmir kadın platformunca protestosunda ’mahkeme düzenini bozan’ kimdi..Bir madalyonun hangi yüzünde duracağız kim bilir..Daha bu öğlen o bahçede,yerde sere serpe kırmızı minderde uzanan kimdi..Ben kimdim..Sen kimdin.. Sağdan soldan sürekli beni kadraja alıp gülümser çekenler kimdi.. Bağarası’nda saçları uçuşan,Basmane’den kıyıya varana dek yol boyu vitrinlere bakan kimdi.. Bir mucizeydin oysa,neye nasıl inandık üç yüz iki numaralı oda tanıktır..Ama bir mucizeydin sen.. Söylesene Gogol,mucizelerde sevinçler gibi uçup gider mi?.. Olduğumuzdan çok yokluğumuz yaşıyor- Hani şu sevimli kutucuğumuz vardı ve her defasında binlerce harfi silip silip baştan yazdığım.Ve sonra bir daha sildiğim..O kutucuğa sığamayan harfler yalnızca kabına sığmazlığından değildi..Kaybetmeyi göze alamayışımdandı..İstedimki,hani nasılsa güzel günlerin mevsimindeyiz ya oturup gözlerine,ellerine söyleyeyim bütün o söylenmemiş sözcüklerimi.. Sebebini anlayamadığım hatta hiçbir zamanda anlayamayacağım bir şekilde üstelik o en güleç, en parlak Cumartesi günün de yan yana getirilmeyi bekleyen bütün harflarimi batırdın açık denizlerde. Siyah ceketli şiirler,Yakamoz gülüşler,Çiğ damlası, dahası,Saydamsu!! Bir asmaağacının dibine susuyorum seni.. Dilerim hep mutlu olursun ’Tarlakuşu’.. İnsan yaşamı geçmişin silsilesimiydi yoksa.. Hislerimizin en kötüsü hep gün gelir bulur mu bizi.. Bir şehrin kapısını çarpıp çıkmak neydi diye düşündüm. Nerde yaşamıştım bunu,nerde yazmış,nerde söylemiştim. Anımsıyorum,öncesinde kandıran insana değil,kandırılmaya kızamadığım için kendime kızdığımı söyletmişti o hislerim.. Yazmak ne zaman anlamını bitirir Gogol..Bir yansımanın, bir saptamanın önüne geçemiyor artık yazmak.. Topla gökyüzünden doldur gözlerine yıldızları Erken ölen şairlerin yarasına dokunmak kalbe iyi gelirmiş..
Anlat diyor el değmemiş bir şiir
geceleri pencereye yağmur yerine sözcüklerin tıkırtıları düşer gibi seviyorum ilk incinmişliğimi geceler tanır beni sokaklar,şehirler,devriyeler tanır beni Sonra diyor ezberlenmiş yenilgim derken güzel bir sabah yüzümden öpüyor çok yıldızlı bir gece bu çağda bu hüzün tanır beni Sonra diyor bir şarkının nakaratı söyleyemiyorum mavikuşun kanatlarında seke seke çığlık düşüyor yakamoza Sonra diyor aynada yüzüm sonrasını nasıl anlatayım mayıs’ın on yedisi ağlatır ikimizi Eğilip kulağına fısıldadık gecenin neyin var seni böyle coşkun seni böyle mahsun kılan ne hiç kızılcık şerbeti içtim ey hayat! çık teninden ve benimle yüzleş Bir vagon dolusu umut yüklemiştim bir sabah geldiğim şehre etrafımda çerden çöpten oyuncaklarıyla telaşlı çocuklar bir kadın yüklenmiş gidiyor balkon çiçeklerini yanıbaşımda en sevimli haliyle ürkek cumartesi şarkılar söylüyordu yolboyu beyaz badanalı tek katlı evler rüzgar saçlarımı dağıttıkça yüzümde pır pır bir sevinç ellerimi uzatsan avuçlayacaktım gökyüzünü özlemimi gidermeye dalga sesleri yetmiyordu gün biterken üç yüz iki numaralı odada bileklerini kesti su’ya dair ne varsa şiirden öte Belkide rotasız bir vapurun son seferinde ateşe verdik kuşların şafağa olan güvenini gövdelerimizi sokaklarımızı hırpalayanlar ne ki sözcüklerini dehşet bir kente susmuşluğun yürekte uzaklığın kor hali Ah sana onca isimden sonra sessiz gölge mi demeliyim yoksa sanki herşey rayları döşenmemiş bir trenin bomboş istasyonları geçmesi gibidir içimideki ses durup dururken senin şehrinden kalkıp İstanbul’un çınarlı bir kahvesine,oradan smirna’nın üç yüz iki numaralı odasına doğru yol alan beyaz vapur’da nasılda bitimsiz yankılanır durur ’’Gece bütün nezaketliğiyle turuncu tosbağa.. Söylesene hala meşgul müsün?’’.. |