Gün Alasısular soğuk kasvetli odalardan kurtulmadı yalnızlığımız güvercinler tünemese ilk sabahlı balkonlarımıza yıpranmamış gülüşlere hasret yüreklerimiz buruk... sokağa açılan perdelerimizde her gün ayrı bir hüzün bizi gülmeye doğurmamış annelerimiz nisan şaşkınlıklarıyla demliyoruz çaylarımızı soluksuz ve dolu dizgin birlikteliklere yanmadı hiç ocağımız dupduru bilendiğimiz ölümlere bile acemi yakalandık şair yüreği taşıdık ama hiç okşayamadık pencere önü çiçeklerinin gün alası hüznünü... dünya köyünün delisi biz değilsek de öyle sayarak avuttuk mutsuzluklarımızı avluda meyvelenen ağacı gözümüzden kaçırdık mavi ve sarı bir aydınlığa inen yokuşu ama alazlanan yanaktaki gözyaşı hariç... sık sık boğazımıza dururdu bu harçsız keşmekeş kan tutardı içimizi gökyüzüne bakınca tanrı çisil çisil ağlardı sanki yalnızlığımıza yağmura dokunmak sevgilinin gülüşlerini anımsatırdı unutmayı başaramadık ama anımsadık hep asla unutmamamız gerektiğini bizden öncekinin bizden sonrakinde yaşadığını... kum fırtınasına benzerdi zamanı kovalamak gözgözü görmez bir cehennemde gece bir de gepgece ağustos taşıydık her zaman o yüzden çok üsüdük zehirli bir büyülenmişlikte bekledik ilk adımı cayır cayır bir bozlakta bozuk düzen ulaşılmazlıklı içimizi gurbet kemirmedi biz gurbeti de bitirdik de gele gele sıra cahil ölüme geldi gece bir de hep gepgece... kağan işçen... |