El-Hamîd
Methi sena edilen, övgüye layık olan,
Nimet fiillerine devamlı şükür alan, Şükür nimetlenmekten, hamd ise ibadetten, Hamd ondan ona, kulun ki icabetten. Övgü sena sahibi, kendisinde “icmali” Çünkü o her şeyin, bizzat kendi “faili”. Besmelede dürülen, Fatiha da açılır, Burada “Hamd” etmekten, mümkün mü ki kaçılır? Hamd Allah’a ve Rabbe, O Rahmandır, Rahimdir. Söz hakkı verene “Hamd” etmeyenler zalimdir. Fatiha’da bu ruhun, manevi inceliği, “Kulum bana hamd etti” diyenin yüceliği. İstekle alakalı, iyiliğin öncesi, İyilik sahibine, şükranlık düşüncesi. Medih, teşekkür ile birleşen övgü özü, Bu manada her kelam “Hamd” ile toplar sözü. Fakat her övülene, hamd ile gidilemez, Eşyalar övülse de, asla hamd edilemez. Hamd nimete değil, nimeti verenedir, Sebepleri yaratan sebebi görenedir. Her Hamd medih’dir fakat,her medih Hamd değildir Hamd ve şükür, delile dayanan bir meyildir. Bunların sonucunda, gönle sevinç dolması, Hamd etme hazzıyla, kulun huzur bulması. Kulundan senasını elbette oda sever. Senanın neticesi daima ona döner, Her ne halde olsa da, Hak yolunda ki erler, Onlar “Elhamdülillah, âlâ külli hal” derler. Âlemde her lafızda, mutlak sena bulunur, Müşahede yoluyla, hamd-ü sena olunur. Bu da ehli irfanın, tavrıyla ilgilidir, Verdiği ilim kadar, kulları bilgilidir. Nimetleri anlatmak, eğer gurur değilse, Fazilet ve erdemdir, secdeye kim eğilse. Nimet verme makamı, nimetlenenden yüce, Ne kadar Hamd etsek de, az gelmez mi o güce? Hak Teâlâ hamd eden, hem de hamd edilendir, Hazreti Habip olan, bu ilmi tek bilendir. Muhammet Mustafa’da, Ahmet ile Mahmud’dan, Hamd ve övülme vasfı, tecelli eder toptan. Bilen bilir, bilmeyen, bilene agâh olmaz, Köre ayna gerekmez, keller de tarak almaz. Şükrümüz muhtaç iken, şükürlerle şükrüne, Diller sahilde kalır, Hamdullah’ın zikrine. Hay Allah’ım sen seni, nasıl sena edersen, Hamd-imiz o hamd ola, dilimizden sen dersen. Yine zatı âline sonsuz şükür, hamdolsun, Ki cümle kulların, senin rızanı bulsun. 01.03.2012…Mustafa Yaralı |