adını ihtiyarlatmayan Tarsus’um
pul kanatlarınla haz gemisini yürüten
kırk kaşık şifa dileyene bir kepçe visalinle tarih hamurunu gıda yapar koyarsın önümüze ey şehir! harabe kirpiklere komşu balkonların var biz de varız dersin yaldız tebessümünde okyanuslara meltem giydirirsin seyyal dalgalarınla akıttığı terini yudumlayan karınca şevkine hayrandır tâvus gönüller süzülen kalpleriyle bir bedesten serinliğinde içeriye giren minyatür cennet yamaçların vardı tuyur akşamında sesini dinlettiğin kalabalıklara pervaz güneşinde elmas güvercinlerin vardı yüzüğünü kaybetmiş ninemin eğilmesiydi sabah bastonuyla sokak lambalarının şavkını ezendi akşam gün olur gezegenlerin başını döndürür çekilmiş deniz suyumun kapıda bıraktığı hicran zamanı bana küstürtemezdi yosunlar çözülürken ey şehir! köpüğünü usulce döküyorsun içime kement bağlatır pelikan misafirlere,sokakları sokaklar ki cumbasında huzur gülleri bitmiş heybesine yılların yükünü bırakmış bir ihtiyar yerli tebessümüyle siliyor alnını melek kanatlı bir yardım beklemeden yürüyor “selahaddinlerin yurdu”nda kıvamınca bu şehirde göçmen kuşlar beklenmez başaklar kışın da mavidir deniz gözlerde elleri kapanmayan dualar imbat estirdikçe gümrah kalabalıklar sadık rüya ister ashab-ı kehf’in misafirliğinde fincana girerken ey şehir! yalancı telveyi döküşüne hayranım zindan çamurunda turunç alın terin, sinsi pençeler terzi dükkanlarına uğrasa da “nusrat” perdende örtersin mumya nakışları sarmaşıklar boğazına kadar sarılsa da gülendam gelinliğini serpersin “makam” gölgeliğine topraktaki kahraman pamuk beyazlığı söyle bana,sen misin ey Tarsus? merhem tabutuyla hayat çığlığında bir yudum kuyudaki nefesinde bahar var peygamber gömleğini asmışsın ruhunun neftesine kadavra gözler tadamaz bu utku mermerini gözyaşı kurdelesini şerham şerham keserken çıkartıyorum kalbimi neşide’n okunurken Gürsel ÇOPUR |