Portakal Kabuğu ile Kendine GelmeÇağlayanlar akıyordu yine dost meclisine.. Kar taneleri ile nar taneleri yarış seyrinde Göze miğfer gerekmez, net ve ayan Herkes kendi nasibinde ve kapısıyla ilgileniyor Zaman ve zemin tertemiz, dedikodu izmaritleri yok..! İlerledi sahte devler kendi küçüklüğünü anlayınca Bir bardakta can çekişenlere kalp sunuldu Kalbiyle aştılar o sisli zirveleri İşte bu haliyle kabul edilmişlerdi soframıza Yeterdi.! Kafesten sonsuzluk mektupları dökülmüştü bir kapı eşiğine Süpürmedi demirci kalkan eliyle Kıvılcımlarını ıslattı yakan gözleriyle Davet etti çaresiz ağlamaları.. Mecliste bir haller vardı; başlar ve bakışlar mahzun Eriyen kar taneleri dile geldi en sonunda.. İnsanın içini eriten bir duygu perspektifi hakimdi Edep ise son haddinde; giysi bulmayı terketmiş artık Nakarat moduna girmeden sözler süzüldü hüzünden: “Hazret, size söylemeye haya ediyorduk ve ediyoruz, Sizi üzmek bize kıyamete kadar giran gelir, Hazan mevsimi son bulmaz her daim Ama sıkıntıyı da aşacak takat kalmadı ki çareye sarılalım Yere bakmaksa maksadımız, maksattan ötürü..” Bu ne edep ticaretiydi böyle…! Yeryüzü cilası üzerlerinden kalkmamacasına… Herşey meclisin bozulmaması üzerine kurulmuştu Her şey, herşeyi aramak ve bulmak için tetikteydi. Ribat bahçesinde bozulmuş meyve olmamalıydı..! Hazret, derin bakışlarını başka bir derinliğe akıttı Akan okyanus dalgaları kucağındaydı artık Düşünmeli ve talebelerinin bu hazin haline Dem tutabilmeliydi kendi vecd mutfağında Pişmek ve pişebilmek..yakacak yakıta bağlıydı Anlaşılamamak ve sessiz kalmak için değil..! İşin iç yüzünü öğrenmek istedi hazret, iradi cephede Hakikate bakarak kendi hayatını göze getirmek için Her davranışta bir mikyas tadabilmek Katrede yağmuru tanıyabilmek için Sordu, cevaplamakta haya şahikası taşıyanlara: “Sıkıntınızdaki zahiri sebep nedir?” Söylemek zorunda kalan bir tek dil … “Hazret, size söylemek muradımızın fevkinde Ama insanız, çareyi öğrenmek de sizden sunulmalı. Meclisten her çıkışımızda görmekteyiz ki Su içmek için hazırladığımız tulumdan sızıntılar gelmekte Bir gün oldu, iki gün oldu bekledik Sonunda gözlerimizle gördük kimin yaptığını Tulumu delen bir çiviydi, fakat insan elinde olunca Ve o insan da…” Hazret mübarek ellerini kaldırdı Sıkıntıyı ve derdi dünyaya yedirmemek için Reklam panayırında gönüllere zarar gelmesin diye Elleriyle gözyaşlarını silercesine Bir bamteline baktı bir de kendi vicdanına Vicdan..nasıl da hemen dile gelmekteydi Evlat..can parçasıdır taşıdığı sevgi heybesinde Taşınır ve kucaklanır sayfa sayfa Anlaşılmayı o da bekler halvet çadırında Fakat bu sefer iş muammalı.. Akıtılan süt geri gelmiyor gıda endeksli Bir gıda aranıyor bakış meclisinde Kalpler yaralıdır, çıkacak bir ses akşamında Kirpikten süzülecek bir gözyaşı herkesi ağlatacak Bunu çok biliyor.. Ne derin bir insan ki hanesine gitmek istiyor Hanımına danışmak için; Müridler ise çift mahzun.. Mürşidin evladı ile imtihanı Ve buna vesile olmak korkusu..ve vebali Hazret üzgün..fakat sorun da aşılmalı bir an önce Öncesi ve sonu belli olmayan yolda Nafile barikatlar yola yol olamaz Bunu çok iyi biliyor Hanımına danışıyor hayat süzgeciyle Büyük imtihanı anlatıyor Bir damla boşa akan suyun biyografisini sunuyor Kainata renk giydirmenin kanaatkarlığını anlatıyor Bitmek bilmeyen hazinenin anahtar sesini duyururcasına Ne de olsa insan…hanımına da danışmalı: “Hanım, ben hayatımı gözümün önünden geçirdim saatlerce Fakat, evladımızın bu yaptığına benzer bir siluet göremedim Sen de bir düşün, bana kararını ve kazanı anlat Anlat ki daha büyük bir kazaya mahkum olmayalım!” Hanım da toprağa bakar saatlerce Tohum ve toprak kardeş olduğu müddetçe Meyve sunacak bir vakit beklenir Düşünceler toprağa akar Sonunda kalbine bir cemre düşer ve bunu paylaşmak ister Işık yanmışçasına, çıra tutuşmuşçasına Ateşten fakat yakmayan sözlerle dile gelir: “Hazret, şöyle bir olay oldu geçmişte… Evladımıza hamile iken, aşerme deminde Misafirlik makamına gitmiştim bir gün Evsahibi henüz ikram etmemişti sohbet tabağını Masada birkaç meyve vardı gözüme de misafir.. Bir portakal süzdü beni ve ben de onu Elimde iş ördüğüm mil ile Bir tanesinin cüssesine sapladım mızrağımı İradem bundan yanaydı ki tatmin olayım Bir damla portakal suyu hatırına..” Hazret, aradığını şimşek hızıyla bulmuştu Yanan ateş sönmeliydi şimdi Ateş düşerse her yeri yakardı, yakmıştı Yanan ama yakmayan ses tonuyla seslendi İçi haykırırcasına: “Hanım, aradığımızı bulduk hamdolsun, Şimdi sen de ben de ellerimizi kaldıracağız Tevbe kurnasında yıkanıncaya kadar dur etmeyeceğiz Ta ki sütliman olacak bu sıkıntılı dönem.” İki nur insan tevbe ederler Evlatlarının vebalini üzerlerine yüklenircesine Boş çuval değildir bu taşınacak Dünya, bu şekilde nur gördü onlar vesilesiyle Bir dönem ki balı utandıran Bir dönem ki fakirin en zengin dönemi Bir dönem ki tebessümün boşa akmadığı Bir dönem ki cennetin ayaklar altına serildiği Reklamsız…! İnanır mısınız bu ızdırabın meyvesi nerden geliyormuş? İnanır mısınız çaplı dualar neye kadirmiş? İnanırız gelen inayetin adımlarına İnanırız içeri giren meyveye.. Az sonra içeriye evlatları giriyor O da gözyaşları içerisinde bin pişman Kapıyı kapatmayan ümit, bin ümitle geliyor Pişmanlık söze karışıyor dua ibrişiminde: “Baba” diyor…”Hakkınızı helal ediniz Ben büyük bir cinayet işlemişim de görmemişim Az önce farkına vardım bir ses ve pişmanlık seli ile..” Ey pişmanlık..! Sen de hoş geldin kalkmayan soframıza, Geleceğini biliyorduk bir evlat akışıyla Kapıdan kimler içeriye girmedi ki Demek ki işe başka boyutta sarılmak varmış Hatayı önce kendi hanemizde aramak varmış Haneden uzak yaşayan kalphanesini çözemez Yanarsan, sıcaklığın hiç soğumaz Ama ne için yandığın önemli Sonsuz bir af için yananlar Sonsuz serinlik hissederler Tulumlar selsebil artık Akıyorlar günahlarımızı temizlemek için Bir portakal kabuğunda ne hikmetler var Elverir ki, Kabuğa bakıp da meyveyi unutmayalım.. Gürsel ÇOPUR |
emekle
bize okutan şairi kutlarım.