Bütün saçlarını kesmişler sevdiğim
günlerdir suskunum
suskunluğun da bir konuşma şekli olduğunu öğretmişti annem!! yaslanmışım hayatın yamacına bahar gelmiş / gitmiş neyime ! çiçek açmış /solmuş çayırlar bana ne!! alıp başımı gitmenin bir yolunu arıyorum gitmek ! bir uzak diyar adresi sadece ya da yol! gitmek sadece ! gitmek de / nereye? dün ! oraya gittim! bir gece yarısıydı / kimsecikler yoktu göl durgundu / aynen senin gibiydi yüzü ve yakamoz da zifir gözlerin ıslanmış / baygın!! saçların dolanmıştı ayaklarıma / kokladığım zülfün! seni ! ilk gördüğüm park taburesine oturdum bende bir sigara yaktım / kırk iki dakikalık!! kaç dolmuş saydım bilmiyorum / kaç tren! her tren gelişinde yerimden fırladım insanların şaşkın bakışlarında seni aradım merhaba demeye değil!! sadece seni görmeye geldim yoktun!! oturdum ! tam senin oturduğun yere parmaklarımı / parmaklarının değdiği sırtımı / sırtının yaslandığı ayaklarımı / ayaklarının bastığı gözlerimi / gözlerinin baktığı yöne çevirdim dün akşam oradaydım!! inan bana / beni nasıl beklediysen nasıl saatine baktıysan ve nasıl telaş ettiysen ben de seni aynen öyle bekledim merhaba demek için değil sadece görmek!! yoktun!! kalktım ! ağır bir taş gibi kendi kendimi kaldırdım adımlarım geri gidiyor sanki bir sonraki tren seni getirecek gibi saat yirmi otuz gözüm senin saatin değil bu saatler yine de döndüm ardıma baktım yoktun!! karakolun köşesinden inerken polislerin şaşkın bakışlarına takıldım içimden seni onlara sormak geldi vazgeçtim / bir sürü soru değil mi? zaten soruları sende bende sevmezdim belki korkudan / belki belki ! ne bileyim işte burası eskisi gibi değil gülüm darmadağın / kaldırım taşları sökülmüş yerine modern şeyler döşenmiş ve saçların kara gözlüm bütün saçların kesilmiş !! çakıllı kahveye uğruyorum şimdi kapıda yine o beyaz saçlı şişko adam durup bir fincan çay içeyim beyaz peçetelere şiir yazayım dedim içeri almadılar gülüm sen yoksun ya ona yordum ve inan bana kara gözlüm dün gece ilk kez orada ağladım çok sessiz etraf sanki sadece ben varım her zamanki yerde oturdum saat on otuz gülüm tam beş fincan çay bitirdim her sese kulak kabarttım merhaba demek için değil sadece görmek yoktun!! üzerinde saatlerce oturduğumuz o köhne iskele yıkılmış hani bir sandal aşırıp göle açılalım demiştim ya işte o sandallarda kaybolmuş çok şey değişmiş burada gülüm çayın tadı kaçmış çingene falcılar yolsuz kalmış ve kara güzlüm bütün saçların kesilmiş bir ara ikimizi tanıyan garson -abi abla yok mu diye sorunca kör bir kurşun kaval kemiğime saplandı öyle yandı ki canım içim boşaldı bir çocuk gibi ağladım gülüm!! kalktım ! saat yirmi üç sıyrıldım duvar diplerinden bir kaçak gibi kimse görsün istemedim en çokta sen gör istemedim bu halimi bilirim sen beni hep güçlü görmek istersin ama dün gece kapanıp dizlerine sadece ağlamak isterdim gülüm anladım ki avuçlarında ki o tatlı ıslaklık kurumuş ve yüzünde nurlaşan hüznünde benden eser kalmamış anladım ki gülüm sen giderken benden bu kara sevdam dudaklarımda yarım kelimelerle oynaşmış affet beni kara gözlüm bir yağmur gibi düşmüştüm ayalarına ki seni ilk öptüğümde ağlamıştın ağır vebalindir yaşama hırsım yoksa ! yok anlamı hiçbir şeyin yok yok anlamı sen olmayan her şeyin unutma gözüm bu yaşamı seninle bitireceğim olsan da olmasan da / fark etmez belki acı çekeceğim belki seni bir başkasının kollarında göreceğim belki düğününe geleceğim -son nefesimde adını zikretmeden ölmeyeceğim!! |
'bu dünyaya ait değilim'
'bir ara ikimizi tanıyan garson
-abi abla yok mu diye sorunca
kör bir kurşun kaval kemiğime saplandı
öyle yandı ki canım
içim boşaldı
bir çocuk gibi ağladım gülüm!!'
Fakat böyle de bir yürek işte!
kutluyorum