Karanlık maviaydınlığı ağan gökyüzü karnıyla uyanır yüzümün bulanık sükutu tam vaktidir mavinin ağır ağır... gece pencerelere yaklaşan gölgeye düşler usulca bırakır güzelliğini sular kırmızı bir çiçektir yol üstü aynaların ezber özlemine ırmakların ağzını çeviren tay bedenine kalkan ağaçlar yalnızlığın örtüsü her bakışım kocaman susma biçimi ayaklarımda kül zaman üşüyen hüzünlerin kıyı korkularıyla toplar en soylu sessizliği.. Issızlığın ocağına inen yıldızlar buğulu bahçe dilimde ışıyan yorgunluğun kiraz çiçekleri bir yerdeyim gökyüzü ve içini çeken denizle haykırıyorum boşluğu ki, sonsuzluğun güneşle gevrediği sözcük lekesi göğsüm tüm renklerin ayaklanmaya hazır savrukluğu içim Şimdi tüller ağır pencereler karanlık bir mavi suskunluğun yağmur sızdaran gecesine nerede kalmıştık gelirken düşürdüğüm kelimeleri hatırlıyorum çoğalmasın diye ötekiler sakladığım kıyametler Biliyorum, rüzgarın ellerinde hiçbir şey yok soluk bir ay’dan başka ... |
her şey dinlenip, durulmuş: k
karanlık ve aydınlık,
çiçek ve kitap.
"
ve herşey sus/pus
ve her şey maviye vurgun.
ve ne kadar da hazin
"rüzgarın ellerinde hiçbir şey yok
soluk bir ay’dan başka"
işte burası da beni susturdu iyi mi!
bir anda kapıldığımı hissettim rüzgarın koynuna, solgun bir yaprak gibi.ne çığlık atabiliyorum,
ne de nereye savrulduğumu bilmeden durabiliyorum.
sonra sisler dağılmış
hava açmış, yıldızlar parlamış
mavi karanlığını soyunmuş besberrak olmuş gökyüzü ve ben durulmuşum.
yine kuşlar, yine yağmurlar
yine kıpkırmızı olmuş gözler..
sahi uyandı mı rüzgâr
yine yaşama vakti midir.
yoksa kıyamet mi koptu
...
sevgiyle kal hep şiirdaşım.