HASAN BOĞULDUBu hikaye Kazdağlarının çağlarca hatırlanacak destansı hikayesidir, Bu Ovalı Hasan’la Obalı Emine’nin hazin öyküsüdür. Kazdağları, Söylenceler zengini, Homeros’un İlyadasında, Bin pınarlı İda dağı, Tanrıların seyir yeri, Afrodit’in tescilli güzelliği, Zeus’un Hera’ya aşkının şahidi, Bereketli ve kadim, Suları soğuk, Yolları sarp, Ormanları çam kokulu... Vaktiyle ovalı bi genç yaşarmış anasıyla, Kazdağlarının eteklerinde, Zeytinli köyünün yakışıklı delikanlısı, Hasanmış adı, Babasız, çelimsiz, yetim Hasan, Yaşlı anasının gözünün nuru, Üç günlük dünyada can yoldaşı, Yazın pazarlarda bostan satan, Kışın zeytine silkmeye giden, Bıyığı yeni terlemiş, Sarı kahküllü, Melek huylu, Dal boylu, Bahçıvan Hasan... Bir de Emine yaşarmış, Sarıkız tepesine nazır obasında, Yüksekobalı Yörük kızı Emine, Sarı entarili, Saçları ince örgülü, Başında ince oyalı yazmalı altınlı fesi, Uzun boylu, Alçak topuklu, Güzelliği dillere destan, Dönüp dönüp bi daha bakılan, Dağlı, Dağ gibi güçlü, Delifişek dağ çiçeği, Koca dağdan iki saatte inen, Üç saatte çıkan gocunmadan, Omzundaki heybesinde azığıyla, Edremit’in çarşamba pazarında, Gözü değmiş Hasan’a, Hasanın da gönlü Emine’ye, Gülüvermiş Hasan’a, Hasan önüne bakmış, Emine yoluna gitmiş, Yükü ağır, Yolu çetin... Bostanları iyi çıkınca Hasan’ın, Yine gelmiş Emine ertesi pazar, Elinde bir gömeç bal, Hasan’ın yüzü olmuş al al, Az konuşmuşlar, Çok bakışmışlar, Her pazar beraber dönmüşler sonra, Yalnız gittikleri onca yolu.. Emine Hasan’a uğramadan geçmez olmuş, Hasan’ın gözü yollarda, Elinde Emine’nin al yazmasıyla, Görünce söylemişler anasına, Hasan’ın anası demiş oğul, İsterdim köyümüzden gelinim olsun, Sen obada yapamazsın ama, Gönlün varsa gidip isteyelim, Alalım sana bu yörük kızını, Zeytinden sonra da düğünü yaparız, Benim bi ayağım zaten çukurda, Bugün varsam yarın yoğum, Evine kadın olsun, Gönlüne yaren... Hasan uçurmuş haberi hemen Emine’ye, Emine! ya sen bana gel, Ya ben sana... Emine üzülmüş birdenbire, Sapsarı kesilmiş, Ah Hasan! Ne ben senin köyünde edebilirim, Ne de sen benim obamda, Unutmak en iyisi, Yörük kızı dağdan köye, Çadırdan eve inmemeli, Kuş gibi uçup gitmiş sonra, Hasan bakakalmış ardından... Yüzü gülmemiş Hasan’ın Dünya kelamı eylemez olmuş, Emine’nin gidişiyle, Dayanamayınca yokluğuna, Kesmiş Emine’nin yolunu pazar dönüşü, Bakmış Emineye yüzü sarı, perişan, Beni buralarda garip koyup gitme, Sığmazsa deli gönlün köyüme, Götür beni obana demiş, Ananı ana, Babanı baba bileyim, Emine bi Hasan’a bakmış, Başın eğip bi de önüne, Hasan’ım demiş, Yüreğimi deldin, Ama ne çare, Ovada büyüyen dağda yapamaz, Dağın suları serindir, Yolları sarp, kışı çetin, Sal beni gideyim... Hasan ayak direyince sevdasına, Bekle demiş beni, Haftaya burada cevabımı bekle, Danışmış ana babasına Emine, Babası olmaz demiş önce, Sonra danışmışlar obanın emmilerine, Konuşup kavil edilmiş, Ovalıya varan, Ovalıdan kız alan, Ne duyulmuş, Ne görülmüş törede, Deli kız, deli kız! Herkesin yiğidi gönlüne göre demiş Emine, Savunmuş sevdasını töreye inat, O zaman! Bi sına bakalım demişler emmiler Emine’ye, Senin yiğidin yörük kızına er olacak adam mı... Nice gün dönmüş akşamdan sabaha, Emine dönmüş bekleyen Hasan’ının yanına, Sırtında kırk has okka tuz dolu çuvalla, Çıkabilirsen demiş obaya, Haftaya düğünümüz var, Çıkamazsan, Kaderimiz böyleymiş, Sınanacaktı Hasan, Hem de can paresinden, Sırtlanacaktı Hasan ovadan obaya, Kırk has okka tuzu, Sırtlanacaktı kaderini, Çelimsiz vücuduyla en ağırından, İndirmeden, Dinlenmeden bir an olsun, Varacaktı obaya, Girecekti göze, Alacaktı güzeller güzeli Emine’sini... Düşmüş Hasan Emine’nin önüne, Keçi gibi sekmiş, Kuş gibi uçmuş önce, Sırtında kırk has okka tuzla, Beyobayı geçmiş ama, Sütüven de yorulmuş Hasan terlemiş, Tuz yakmış sırtını, Belki de bahtını... Gök Büvet de tükenmiş, Gözlerinin feri kaybolmuş, Daha da çok yol varmış halbuki, Dayan Hasan’ım demiş Emine dayan, Ben sana dedim, Bu dağlar sana göre değil, Yazık etme kendine, Ver çuvalı ben gideyim, Sen geri dön ovana, Ant içtim demiş Hasan, Geri dönersem, Sağ dönmeyeceğim, Biraz daha yürümüş Hasan, Kırk has okka tuz yaktığıyla kalmamış, Bükmüş çelimsiz Hasan’ın belini, Kaçalım buralardan Emine demiş, Son bir gayretle, Bana ettiğin zulümdür, Beni boş yere yaktın, Dizleri bükülüvermiş sonra, Oracığa çöküp kalmış, Bi daha kalkamamasıya... Emine tek söz söylememiş, Hasan’ına bakamamış bile, Dağa çakılı kalmış gözleri, Sadece töre konuşmuş, Yüklenmiş Hasan’dan düşen alınyazısını, Kazdağına yürümüş üzerine üzerine, Çalıların ardında kaybolup giderken, Hasan anasız kalmış yavru kuş gibi, Senin obana varamıyorum, Kendi ovama da varamam, Beni bırakma Emine! diye bağırmış, Çınlamış Hasan’ın sesi kulaklarında, Yine de dönüp, Biran olsun ardına bakmamış, Hasan’ın gözünden yitip gitmiş, Varmış obaya akşamına, Anlamışlar emmiler, Kırk has okka tuzu Emine getirince, Ovalı Hasan, Obalı Emine’ye yiğit olamadı, Emine çuvalı oracığa bırakıp yığılmış, Kendinden geçmiş Hasan’a üzüntüsünden, Birden gök boşalmış üzerlerine, Sanki Hasan’a ağlar gibi, Gök boran, Gök tufan... Uyandığında Emine pişman olmuş, Geri dönmek istemiş Hasan’a, Hasan’ın sesi çınlamış kulaklarında, Duydunuz mu demiş etrafındakilere, Hasan beni çığırıyor yazık oldu, Söz geçirememişler Emine’ye, Kimselerin sözüne bakmamış, Sabahı zor etmiş, İlk ışıklarla koşmuş Gök Büvete, Hasan yokmuş orada, Bi çırpıda inmiş dağdan, Hasan’ın yaşlı anasının yanına ovaya, Hasan dönmedi demiş anası ağlamaklı, Günlerce Gök Büvet’te aramış Hasan’ı, Dere boyunda bi aşağı koşmuş, bi yukarı, Hasan’ım ses ver de yanına geleyim, Her seferinde dağlar taşlar ses vermiş, Emine! ben senin ardından gelemedim, Sen benim ardımdan geleceksin, Taa ki koca çınarın dibinde, Suyun içinde Hasan’a verdiği, Al yazmayı görünce anlamış, Hasan boğulmuş, Ah çekmiş gözünde yaşlarla, Bi koşma dökülmüş dilinden, Uzaklardan sesin aldım; Çevreni derede buldum; Nereye gittiğin bildim, Hasan’ım arkandan geldim. … Sarı kahküllü, dal boylum; Saz benizli, ayva tüylüm; Tatlı sözlü, melek huylum, Hasan’ım ardından geldim. … Köyden, obadan koğulan, Duru sularda boğulan, Toz köpük olup dağılan Hasan’ım ardından geldim. … Sarp dağlara getirdiğim, Kavuşmadan yitirdiğim, Ak kefensiz yatırdığım Hasan’ım ardından geldim. … Emine’yi yaslı eden, Kerem olup Aslı eden, Dağı taşı sesli eden Hasan’ım ardından geldim (Sabahattin Ali ) Sonra demiş Hasan’ım sana geliyorum, Akşamüstü oradan geçenler, Emine’yi koca çınarın dalında, Al yazmasıyla asılı bulmuşlar, O zamandan beri, Gök Büvet olmuş Hasan Boğuldu, Koca çınar olmuş Emine Çınarı... Ateşten bi hırka giydi Hasan, Önce yandı, Sonra üşüdü Hasan, Hasan boğuldu, Emine’sine kavuşacakken, Bir al yazmaya, Bir çift tatlı göze, Yıkamadığı töreye, Kurban etti sevdasını, Adı unutuldu belki de, Ama efsanesi yaşadı dillerde... BİLGİ Hasan Boğuldu adlı öykü Sabahattin Ali ’nin 1942 yılında yazdığı ve 1943 yılında yayınlanan Yeni Dünya adlı kitabı ile basılan bir öyküsüdür. Sabahattin Ali’nin biyografisinde Kazdağları ve Edremit’in önemli bir yeri vardır. Sabahattin Ali’nin annesi Hüsniye Hanım, Edremitlidir. Sabahattin Ali 1918 – 1921 yıları arasında Edremit’te yaşamış 1921’e kadar Edremit’te öğrenim görmüştür. Hasanboğuldu öyküsü, başrollerini Hülya Avşar ve Yalçın Dümer’in paylaştığı yönetmenliğini Orhan Aksoy’un yaptığı 1990 yapım tarihli aynı adlı filmi de konu olmuştur. Öyküye sadık kalarak betimlemeye çalıştım. Sürçükalem ettiysek affola... |
doyum olmayan müstesna dizelerdi.
tebrikler ve saygılar sunuyorum...